30 Mart 2009 Pazartesi

İyi Uykular

"Kişinin kendine ettiğini,
Edemez kişiye hiçbir fani.
Bu kahbe hırsı, ne kıskanç kini, ne şarap
Ne de haşhaş edemez.
Kişinin kendine ettiğini tayfun, boran,
Dağ, taş edemez…

Kişinin kendine ettiğini,
Edemez kişiye hiçbir fani.
Tutmazsa gerçek dost elini,
Kendi kendisiyle baş edemez.
Kişinin kendine ettiğini,
Sarhoş edemez, ayyaş edemez,
Mezar soyan nebbaş edemez…"
Mevlana

Bu ülkenin kodamanlarının rüyalarına girdik, kabuslar yaşattık, karabasan olup üstlerine çöktük. Bas bas bağırdılar yaptıklarının hesaplarını vermemek için, ona buna dayanamayıp hınç aldılar halktan, sinir, stres, nefret, hırs... Sen uyudun ey halk, uyuduğun için suçlusun.

Suçlusun çünkü sessiz kalıp, yanlışı seçerken gülümsediğin için. Suçlusun çok ama çok hızlı unuttuğun içi, sana yapılanları bilinçsizce karşıladığın için ve gözüne, kulağına, ağzına bir iki kuruş kapayanların kölesi olduğun için sen kendi iradenin esareti altında kalmaktan hükümlüsün. Bir bilsen neleri değiştirecektik...Ama yine uyurdun sen Türkiye. Bu ülkenin belli bir kesiminin üstünden kış hiç kalkmıyor ki.

Demokrasi bayramın kutlu olsun Türkiye, aydınlığını karanlıklarda bulacağını düşünüp yanılmışsın ne yazık. Halklar, hakettikleri şekilde yönetilirler. Durmak yok iyi uykular Türkiye.

15 Mart 2009 Pazar

Ankara'da Günlük Yaşam Üzerine Araştırma









Ankara'da hayat çok garip ve süper geçiyor. 


Ben garip onlar süper...




.

14 Mart 2009 Cumartesi

Made in China



BBC

Haber Başlığı : Kaçırılan Çinliler günler sonra kurtarıldı.

- Evet Corç son durum nedir Çinlilerin durumu nasıl ?

- Çinli dostlarımız gayet iyiler ama korkmuş durumdalar Cenifır. Kaçırılmalarının ardından kutulara kapatıldıklarını ve göz hapsinde tutulduklarını söylediler. Korsanların ise adada bir nevi krallık kuran ilkel bir topluluk olduğu tespit edildi.

- Pasifik’te daha neler var kim bilir değil mi Corç. Gelişmeleri almak için yine irtibata geçeceğiz teşekkürler Corç

Oysa ki olaylar anlatılanlardan biraz daha farklıydı.

Pasifik’te henüz dış dünyaya açılmamış ufak bir ada ülkesi olan Tun adasının yeni kralı Yuşahatu o gün mutsuzluk içinde sarayında dolanıyordu. Yıllardır medeniyetin bir noktasında takılıp

kalmış olduklarını düşündü bir an ve geçmiş atalarının yaptığından farklı olarak ülkesinde bir devri kapatmak ve

artık yavaştan Avrupalı devletler gibi bir ülke kurmak istiyordu. Prenslik yıllarında gezip gördüğü Avrupa’da insanlar mutlu ve neşeliydi. Ancak kendi ülkesi olan Tun’da insanlar monoton yaşamlarını terk etmeden yaşıyor, sürekli de günlük yaptıkları kısa ve monoton işlerinde şikayet edecek bir şey mutlaka buluyorlardı. Bunun sonucu içinde uzağa değil sadece camdan dışarı bakmak yeterliydi.

Eylemler eylemler ve yine eylemler. Tun’da hiç bitmeyen isyanlara bir yenisi daha eklenirken kapattı kral sokağa bakan penceresini. Bir çözüm bulmalı şu yönetim işlerine, şu halka bir çözüm diye dolanırken saray erkânı da onun yeteneksiz bir kral olduğunu kabullenmişti bile çoktan. Yuşahatu ani bir karar verdi ve hızla bavulunu topladı, kralın bu heyecanını aniden gören vezir koşarak geldi, kral onun ağzını açmasına fırsat vermeden Avrupa’ya gidiyorum dedi yöntem bulmaya nasıl yönetim olur öğrenmeye… Vezir tekrar konuşabilmek adına davrandı ancak kral, “sakın ağzını açma ve gemiyi hazırla sende geliyorsun” diyerek onu susturdu. Vezirin zamanında “rus pazarından aldım çok ucuza” dediği gemiye o akşam binildi ve hemen yola çıkıldı.

Günler süren yolculuk sonrası bir İngiliz limanında şaşkınlıklar içinde karaya çıktılar, ülkeye bir kral gelmişte olsa yıllardır adadan umuru olmayan İngiliz hükümetiyle hiç ilişki kurulmamıştı. Düzgün yolları ve mutlu halkı gördü ilk önce, yolda giden tekerlekli gemileri soran vezire ise “biz daha bu medeniyete gelmedik” diyerek açıklamasını geçiştirdi. Akşam olmasına rağmen uykularının gelmediğini fark ederek şaşırdılar. Kendi ülkelerinde “ulusal uyuma saati” 19:00 olmasına rağmen hem İngiliz halkında hem kendilerinde uykuya dair bir kıpırdanma olmamıştı. İlerleyen saatlere doğru havanın daha da kararmasıyla birlikte gemiden biraz daha uzaklaştılar, zaten çevresini tekerlekli gemiler içinden çıkan adamlar sarmış ve kutlama amacıyla olsa gerek kırmızı beyaz şeritli bant çekmişlerdi. Kral Yuşahatu ve veziri banliyönün iç noktalarına kadar adım adım yürüdüler.

Uzun yürüyüşün ardından bir şey bulamayınca, belki de dedi vezir insanları evlerinde tutacak ve onların eylem yapmasına engel olacak bir şey keşfetmişlerdir dedi. Kral hemen yüzünü en yakınında ki cama boylu boyunca yasladı, içerisi karanlıktı, gözler karanlığa alıştığı anda kral o an görmemesi gereken bir şeye şahit olduğunu fark ederek kendini geri attı. Ancak öteden beri ahlakından şüphe ettiği vezirini çekiştirerek ortamdan çekmek biraz zaman aldı. Gördüklerini aklından çıkarmamaya ve bunu vezire belli etmemeye çalışarak diğer bir evin camına dayadı. Oda nispeten aydınlıktı, üç kişilik bir aile hiç kıpırdamadan ve hiç uyumadan oturuyorlardı. Bakış açısını biraz daha genişletti ve onların dikkatini çeken bir şey olduğunu düşündü. Bir vazo, bir resim, halıya mı bakıyorlar yoksa derken ilginç bir şey keşfetti. Bir kutu vardı büyükçe içinde bugün sokakta gördüklerinin yanında ilginç türden şeylerde vardı birkaç insan gördüklerinde kral bu odada yasal olmayan bir iş döndüğünü düşündü, bir de sen bak diyerek vezirini öne sürdü. Vezir dakikalarca baktıktan sonra yine kralın onu çekmesiyle başını kaldırdı ve “bu insanlar iyi insanlar kralım dedi hem kutunun içindekileri hem de kutuyu izleyenleri gülerken gördüm, mutluluk veren bir oyun oynuyorlar sadece, birisi kutuya giriyor ve kutuya bakanları eğlendiriyor.” Kral emin olmak adına birkaç banliyö evinde daha pencere gözlemleri yaptı. Ve vezirine hak verdi “halkı mutlu eden, onun yönetilmesini sağlayan ve onu evinde oturmaya ikna eden bu içine insanlar girmiş kutulardı”

Hızla gemisine giden yolu bulup bu yeniliği yine olanca hızıyla ülkeye yaymak adına durmak yorulmak bilmeden koştu koştu ve koştu. Geminin çevresinde bekleyenlere aldırış etmeden şeridi yardı gemisine atladı ve hızla Tun adasına doğru yola çıktı. Geride kalan şaşkın gözlü adam umurunda bile değildi. Adaya geldiğinde sabahın erken saatleriydi henüz kimse uyanmamış, dolayısıyla aylardır adaya hakim olan isyan başlamamıştı. Kral hemen sarayda ne kadar gardiyan uşak hizmetçi varsa topladı ve kendisine tahtadan dev bir kutu yapılmasını istedi, kutunun ön tarafı açık olması gerekli diye de uyardı. Şaşkın saray erkânı kralın artık tam anlamıyla deli olduğunu düşünse de onun korkusuna hızla inşaat işlemlerine başladılar. Sabah 7 civarı kutu bitmiş ve adadaki en yüksek binanın yanına kralın emriyle yerleştirilmişti. Açık tarafı sokağa bakacak şekilde yerleştirildiğinde içine rahatlıkla 3 kişinin ayakta durabileceği kadar büyük bir kutu olduğu ortaya çıktı. Kral yine verdiği emirle tıklım tıkışta olsa 4 kişiyi bu kutunun içine tıktı. Sabah saat 8 olup ta insanlar yavaş yavaş agresifliklerini toplarlarken kralı meydanda görerek şaşırdılar. 8.30 civarı kral “artık adamızda yeni bir dönem başlıyor sevgili halkım, kralınız günlerdir gurbet ellerde sizin için aradı taradı ve size mutluluk verecek bir çözüm sunmak adına bu çok sayın Avrupalı dostlarımın “televiyjın” diye adlandırdıkları benimse “mutluluk kutusu” adını verdiğim kutuyu size sunmaktan gurur duyuyorum, tanrı Tun’u korusun” diyerek kutunun üstünü kapatan perdenin açılması emrini verdi. Halk içerdeki 4 kişinin tıklım tıkış halini görerek başta ilginç olarak karşıladılarsa da zamanla birbirlerini itip kakmaları kendilerine gülümseyenlere gülmeleri ve kralın onlara anlattığı birkaç televizyon programının Tun adası uyarlamalarını izledikçe bu yeni misafiri sevmeye başladılar.

Bir hafta içinde tüm Tun kentinde sokaklar boşalmış insanlar evlerine kutu yapmışlardı. Ancak giderek artan problemler de beraberinde gelmeye başladı, kutuların içerisine yeterli sayıda insan koymak giderek daha çok zorlaşıyordu. Zaten nüfusu kısıtlı olan adada sadece belirli saatlerde hizmet verebilen bir durum haline gelen kutuyu sürekli izlemek isteyen insanların memnuniyetsizliği iyice belirginleştiğinde halk tekrar sokağa akın etti. Kral heyecan içinde olanları öğrendi ve meydana gelerek “kralınız sizin için mutlaka bir çözüm bulacaktır size bir şey olmasın” dedi ve gemisiyle yine yollara düştü. Bu sefer ki incelemelerini daha sık bir şekilde yaptığında limana kendisiyle birlikte demirlemiş diğer gemileri fark etti. Kral anladı ki bu kutuların birçoğu hep Çin’den gelmekte, orada çok fazla kutu olduğunu düşünen kral aylar sonra ülkesine geri dönerek adamlarını görevlendirdiği gibi Çin’e yolladı.

Uzun bekleyişler sonucu maviliklerde gemileri gördüğünde kralın gözleri yaşardı. Gemiler dolusu Çinli kıyıya indirildiğinde halk onları alkışladı onlar ise korkmuş ve şaşkındılar. Tun adasının halkı bu yeni hammaddeleri hızlıca kutularına yerleştirdiler ve sokaklara tekrar sessizlik hakim oldu. Halk her ne kadar Çin programlarının genelde korkunç ve anlaşılmaz olduğu düşünüyor olsa da yine de mutluydu.

Ancak ertesi gün kral adaya hâkim olan gürültülerle uyandı. Başlarda “mutluluk kutusunu” kapatmadığını sandı ancak perdesi üstüne örtülüydü. Bir anda sarayın kapısına dayanan onlarca adam içeri daldılar ve hızla sarayın tüm insanlarını esir aldılar. Kral derdini anlatamadan tüm halkıyla birlikte bağıran çağıran askerlerin onları gemiye götürmesini izledi. Krallığına bir darbe yapıldığını düşünerek üzüldü, gözleri karardı yere düştü.

Gözlerini açtığında karşısında vezir ve saray erkânından birkaç kişi vardı. Demir parmaklıklar ardından kafasını uzattığında odalarının tümü halkıyla dolu olan bir hapiste olduğunu anladı. Vezir, “kralım Çin’den kaçak getirdiğimiz insanları izlemişler bizi de kötü insanlar sanmışlar tutuklayıp buraya koydular sizin kral olduğunuzu söyledim ama inanmadılar açıkçası güldüler de biraz ama kurtulacağız endişe etmeyin” dedi. Kral yaşadıklarını gözden geçirip bayılmadan önce vezirin konuşmasından son birkaç cümle daha duymuştu “…zaten demişlerdi Çin malı çabuk bozulur diye…”

8 Mart 2009 Pazar

Sadece yürümek...


Yetersiz politik kimlik içinde bir 8 Mart daha.
Bir çoğunun henüz neden sokakta olduğunu bilmeden sırf erkek politikalarına "günün anlam ve önemi adına" öne sürülmüş kadınlar.

8 Martların önemini anlayabilen minik,minicik bir topluluk var ülkemde. Bunlar kitaplarından, tiyatrosuna kadar feminist ideolojilerini vermeye çabalamış heyhat haklarını savundukları kadınlar tarafından dahi minimum destekle karşılanmış insanlar

Çiğdem Anad,Halide Edip Adıvar,Süreyya Ağaoğlu, Sabiha Gökçen ve elbette Duygu Asena hepsinin hayatının son dönemleri yoğun eleştiriler baskılar ve savundukları doğrular adına hezimetle geçti. Bu ülkede kadınlar kendileri için sadece 8 Mart'ta yürüyor. Kadınlar kendileri için sadece 8 Mart'ta "YÜRÜYOR". Fazlası değil...

Fazlasını yapabilmeye olan inanç ben de Kemalizm'le yaşıt. 

Bu ülkenin kadını çocuğunda, kocasında çevresinde etkili olan isim duygularını elinde tuttuğu an geleceği de elinde tutacak eminim.


2 Mart 2009 Pazartesi

Sırlar, gizemler artık yok


Bir yıl öncesine dönüp baktım bu gece. Fotoğraflara baktım, fotoğraflarda ki gözlere baktım bir hastanın kayıtlarına baktım.

Tuna çok yol katetti karar verdim sonra. Harabeler içinde yaşadığının farkında değilmiş, kendisini çerin çöpün içinde bir kuytuya hapsetmiş ama olduğu her yerde birşeyleri yarım bırakmış. Tuna gerçekten çok yol katetti. Konuşmayı öğrendi, yalnız olduğu zamanlarda bile birlikte olduklarını farketti. Yol arkadaşlarını tanıdı gözlerini dünyaya daha büyük açtı. Kaybettiklerinin ardından çok üzüldü, üzüntülerin ardından çözüm adına çaba sarfetmeyi öğrendi.

Open up the night.
Led by just a feeling.
All around is light.
Everything is healing.
No more fate and no more mystery.
Even as time falls away
I live my days every moment and its memory,
Not only to survive to die alive.
Overwhelming love, heaven's just a feeling.
Singing in my blood keeping me from kneeling.
No more fate ans no more mystery.
Even as time falls away
I live my days every moment and its memory,
Not only to survive to die alive.
Die alive.
No more fate ans no more mystery.
Even as time falls away
Not only to survive to die alive.


Teşekkürler Tarja, bir sene önce seni dinledim hala seni dinliyorum. Çok şey değişmiş sayende anladım.