31 Ekim 2008 Cuma

Yaşasın Cumhuriyet


YAŞASIN CUMHURİYET

Gölköy adında bir köy varmış Gelibolu’da
Televizyonda gösterdiler geçen gün.
Gelenek edinmiş köy halkı,
Ben kendimi bildim bileli bu böyledir
Diyor muhtar:
29 Ekim’de toptan sünnet ederlermiş
çocuklarını...

Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi
Kirvesi tutmuş kolundan
Yatırdılar bir kamp yatağına,
Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi
Elinde bıçağıyla,
Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:
Yaşasın Cumhuriyet diye
Korkarım, bu, sade Gölköylülerin değil,
Umumuzun
Sade küçüklerimizin değil büyüklerimizin de
Düştüğü tarihsel bir yanılgı
Çünkü sünnet değil, farzdır Cumhuriyet


Can YÜCEL

30 Ekim 2008 Perşembe

Sosyo... Ne ?


Sosyolojiye yani okuduğum alana dair açık anlamdaki ilk yazım bu. Yine sadece içimden geldiği için yazıyorum bir trenin 12 numaralı koltuğunda aklıma gelen bir şeyler yine bunlar. Bende ne yaptım vakit kaybetmeden yazmaya başladım. Sosyolog değilim asla öyle olacağımı da iddia etmiyorum tamamen özgür olan Tuna’nın basit bir yazısı sadece. Bilen var bilmeyen var ben bir sosyoloji öğrencisiyim efendim. Genel anlamda isteklisi olmadığım ama içine girdikçe beni saran bir yapısı var bölümümün. Sanırım tam alıştığımda okulum bitecek.

Öneri okuma listemizde yer alan bir sosyolog ve birkaç kitabi var elimde Jean baudrillard. Sosyolojik kavramların yeni bir öğrenciyi sıkmasından mi yoksa gerçekten samimi `hadi bastan yazalım`cı yaklaşımından mi bilmiyorum yazıları ve sosyolojiye bakılmadığı bicimde bakışı hoşuma gitti. Aile kitle toplum sınıf... Bütün bu kavramlara ben baktığımda ardından ağır eleştirileriyle ağdalı yazılarıyla ve büyük çaplı tartışmalarıyla ünlü sosyologlar çıkıyor. Hepside yorucu ve en baskın haliyle sosyolog adayını önce kendi yasadığı toplumun dilinden ardından da dolayısıyla toplumundan ayrı tutan hatta ona `entellektuel yükseklik` addederek kendisine ve toplumuna ışık tutmak için bildiklerini unutması gerektiren bir kaç yıl bulmak zorunda bırakan bir insan yaratıyor. Hayır eleştiriyorum kitle 3 değildir 1+1+1dir. İşte baudrillard da aynen bunu soyluyor bırakın bu ağdalı söylevleri sıyırın kendinizi karanlıklardan da ışığı biraz ortaya taşıyıp olabildiğince hepimiz aydınlanalım dediği “sessiz yığınların gölgesinde” adlı kolay-okunur tarzında bir kitabi var. Kesinlikle sosyoloji öğrencisine bir umut yaratabilir ve sosyoloji adayına eğitmenlik yapan idealist eğitmenlere de bir nevi `öğreticinin rehberi` görevi yapabilir der başım camın güvencesinde uykuma dalarım efendim..



Not: Resimdeki geleceğe dönüşteki profesör değil Jean Baudrillard.

Kalbim ellerim kadar küçük değil...


Denizler kuytuluklarında kaybediyor moru maviyi ve ellerimde bir çilek kırmızısını. Gözlerimde beliren her damla hava kabarcığında görüyorum ahengi ruhu sadeliği. Bir yerlerde görmüşüm bir yerlerde okumuşum yine "Tanrı ayrıntıda gizlidir." diye... Ruhumun ayrıntılarından buldum çıkardım onu. Kendimi farkettim bir gizemin koynunda. Bir yer altı denizinin içinde tahtadan kayığımla ve Jules Verne'e inat yolum aklımın en hatırlanan ucunda. Gözlerim krater çukuru ve kalbim hala imkanlarını arıyor yenilgiler aldığı küçücük topraklarına sığındığı ülkesinde. Klavye suskun geceye konuşuyor ve gözlerim kapanıyor yasakların ardında ki günlüğüme....


25 Ekim 2008'de yasaklarla şok olmadan önce eve dönüş yolunda yazdığım yazım.

16 Ekim 2008 Perşembe

Bizler yanmazsak...

İşte yine karşımdasınız... Doğru bildiğinin arkasından gitmeye korkan, korktukça korkan çekinen ezilen hor görülen ve bundan ötürü hak eden konumuna düşen. Bugün konuşmam yüzünden suçlandığım tepki gördüğüm seviyesiz tartışmalara hedef olduğum tartışmanın amacını bilmeyen kitlelerle karşılaştığım günlerden birisiydim. "Genel anlamda.." sözünün kurbanı olduğumu düşünüyorum ama söylediğimi yalanlayacak kişiye de ruhumu satmaya hazırım...

"Genel anlamda Türk kadını geri planı seçmiş çaba vermeden elde ettiği haklarına sahip çıkmaktan çok onları teslim eden kişi olmuştur. Ben bu halimle onları onlardan daha iyi savunuyorum."

Ve kıyamet kopar...

Gören körler, duyan sağırlar... Bu sizsiniz.. 1923'te başlayan Mustafa Kemal'de yıllar öncesinden oluşmuş ve onu "dikkat edin cumhuriyetçidir (1)" diye etiketleyen yapıdan gün ışığına çıkana kadar olgunlaşmıştır. Kemalist devrim ne yazık ki bir halk hareketi olamamıştır. Halkın sanılanın aksine üstündeki bin yıllık köhneliği atması bir gecede olmamıştır. Günümüze baktığımızda bunun hala amacına ulaşmadığı da görülmektedir. Döneminin meclisinin yeni zellanda'dan sonra haklar verdiği ikinci ülke Türkiye olmuştur. Ancak bu kararların verildiği dönemde mecliste kadın nüfuzun izleyicilerle sınırlı olması da kararın ne kadar tepeden geliştiğinin kanıtıdır. Bu dönemde hiç mi kadın hareketi olmamıştır.. Hayır bunu dersek yanlış söylemiş oluruz kadın hareketleri Fatma Aliye Hanım gibi bir çok aydın kadın tarafından yürütülmüştür. Ancak öylesine kısıtlı kalmıştır ki hakkında başlatılan kapatılma kararına direniş veremeden savunusunu verdiği kadınlar tarafından da yalnız bırakılarak kapanmak zorunda kalmıştır.
Türkiye erkeğiyle kadınıyla umursamaz ve "yumurta kapıya gelince" mantığına sıkışıp kalmış yaşamları sunan bir bakışta. Ancak bu durum kanıtlanabilir bir şekilde Türkiye'de şiddetli bir ikinci plan durumu oluşturmuştur. Türkiye'de kadın mantığının daha geriden takip eder ve uyumsal olması bununla kanıtlanabilir bir örtüşme göstermektedir. 1930'lara kadar yurtdışından gelen kadın temsilcilerin bilnçlendirmesi sonucu ortaya çıkan tek tük hareketler dışında pek olay yokken 1792 (Bin yediyüz doksan iki !!!) 'de kadınlar Britanya'da tarihteki en büyük siyasi mücadelesini veriyordu. Kampanyalar sonuçsuz kalıyor,istenen haklar verilmiyordu. Hareketler azaldı ancak hiçbir zaman durmadı. Millicent Fawcett, Emmeline Pankhurst bu sefer kısmen silahlı militan bir örgüt kurdu ve kadın haklarına yönelik ilk ciddi ve kanlı eylem o dönemde gerçekleşti. Kaybedecekleri ailelerini ve evlatlarını düşünmeden taşradan kopup gelen ve liderlerine güvenen kadınlar kendilerini tren raylarına bağladı, heykellere zincirledi, kamu binalarının camlarını kırdı,boş bürolarda yangın çıkardılar,posta kutularını yaktılar, telefon kablolarını kestiler. Eylemcilerin çoğu tutuklandı hatta dönemin ordusu tarafından kurşunlandı öldürüldü. 1913'te Emily Wilding Davidson, kendisini kral V. George'un atının önüne attı. Büyüyen olaylar sonucu kamara tekrar kadın haklarını konuştu ama meclisten hiç evet çıkmadı ve rafa kaldırıldı.Ancak 1934'te 30 yaşını doldurmuş üniversiteli kadınlar oy kullanabilir hale geldi. İsviçre ise bunu yasal olarak 1990 (Bin dokuzyüz doksan!!) yılında kabul etti. Türkiye'de ise Cumhuriyet'ten hemen sonra kurulan kadın derneklerinin temennisi üzerine mecliste yapılan Atatürk başkanlığında ki oturumda iki oylama sonucu kadınlara hakları verildi. Yıl 2007 Mart 8, dönemin en kanlı eylemleri aynı zamanda kadınların kurtuluş günü kabul ediliyor. Tüm Avrupa'lı kadınlar meydanlarda gösteriler yapıyor özgürlük ve haklar üzerine konuşmalar yapıyor . Aynı yıl 8 Mart kutlamaları Türkiye'de "eylem de erkeklerden biraz fazla kadın vardı" sözleriyle hayretler için de tamamlanıyor. Türk kadını sokakta dövülen bıçaklanan hemcinsine karşı tepkisiz, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncı. Eylemlerde etkisiz "çoluğum", "çocuğum", "evim" tepkilerinde... Keşke Türkiye'de haklarını kendi canından ödün vererek alsaydı Türk kadını ölümler olacaktı belki, işkenceler de yaşanacaktı hatta. Ama değeri anlaşılacaktı. Haydan gelen huya gitmekte yine.

Dar çerçeveli olduğumu düşünenler Türkiye'nin özel konumunu, dayak yiyen kadın varlığını, kışkırtılmış erkekliği savunacak ve tembelliklerini buna bağlayacaklar. Yıllarca zoraki bir biçimde katıldıkları seçimlerde kocalarının seçtiği partiye oy verenler, merkezci bir yönetimle yetişenler, dayak yiyip susanlar, söze "kadın halimle ben ne yapayım" diye başlayanlar suçludurlar. Ve eğer Türkiye'de bu insanlar genelliktedir dediğimde karşı çıkarsan bana sende suçlusun. Yılbaşında tecavüz olaylarına tepkini gösterememiş, onurunuzu 57YTL'ye vermişseniz suç benim değildir. Türkiye'de meclise girebilen sayısı en yüksek oranını 1935'te %4.8 ile sağlayabilmiştir. Ben bugün kadının haklarını kendi almadığını ama kendi eliyle teslim ettiğini söylerken bugün meclisteki %4.4'lük oranı düşünmedim bunu ancak üzüntü içinde şimdi farkedebildim. Benim o sırada aklıma gelen ancak kendisine karşı açık bir şekilde oluşturulan medeni kanun düzenlemesini kabul eden kadındır. Mecliste dahi bağımlı olan birilerinin emrine giren kişinin orada ne işi var? Türkiye hiçbir tarihte 1935 seçimlerindeki kadın oranını maalesef yakalayamamış. Haritada yerini dahi bulamayacağınız Ruanda %48.8, İsveç %45.3........Kosta Rika %35.1, Mozambik %34.8, Arjantin %34.1, Irak %31.6 (Savaş öncesi) ve Uganda %24.7 ve suçunuzu net bir şekilde görmeniz için Türkiye %4.4...

Hala beni yobaz ilan edin. Hala beni dar çerçeveli olarak suçlayın yüzüme bağırın arkamdan bağırın... Bu sizin gerçeğiniz... Bu ülke kadını, Kemalist devrimin yine kadına olan inancını derin bir şekilde sarsmıştır. Verilenleri göz ardı etmiş ve her geçen gün daha fazla politikten apolitik sosyalden asosyal oluşumlara ilerlemiştir.

Sizler suçlusunuz ve ben bu sefer haklıyım...


"Genel anlamda Türk kadını geri planı seçmiş çaba vermeden elde ettiği haklarına sahip çıkmaktan çok onları teslim eden kişi olmuştur. Ben bu halimle onları onlardan daha iyi savunuyorum."

İmzam hala bu sözümün altındadır. Bana karşı çıkanların da görüşlerini bildirmelerine ricacıyım...

Size rağmen var olan
Çiğdem Anad
Halide Edip Adıvar
Süreyya Ağaoğlu
Sabiha Gökçen
Duygu Asena ve nicelerine saygılarımla.

Yanmak zorundayız,ışık saçmak zorundayız yine yanarken... Sen yanmazsan,ben yanmazsam bizler yanmazsak...Nasıl çıkar aydınlıklar karanlığa ?

Anahtarı nereye koyduk ?

"Işığına, ışıklandırmana dikkat et,
Işığın üzerinde her zaman karanlık vardır..
Her Zaman!..."
Le Fabuleux Destin d'Amélie Poulain


Sizler kara kutularınızın ardından hayata perdeler ardından bakarken, ben yine aptal çocuğu oynamak zorunda kaldım. Habersizce dünyasını yaşarken bir ajanın duygularından çok kötünün iyisi olmanın anlamını kendime yakıştırdım. Problemlere çözüm olamadığımı bildiğimden problem yaratacak kadar ağır görmezdim dünya üzerindeki varlığımı. Varlığım varlığıma dert oldu. Onun bunun ikilemi önüme sunulduğunda beş kuruşun değerini bulamadım gözlerimde. Karlara baktığımda beyazlıklar görmeyi umdum, gözüm hep siyah ayrıntılara takıldı.

Suçlu bensem eğer, delin içi suyla doldurulmuş bazen eğlence bazen yaramazlık dolu balonumu. Fikirlerinizi temelinde yatacak yine kara kutularınız ve farketmeden öleceksiniz bir gün benim ölümümün yasını tutarken gözleriniz. Sizler...Sizler daha çok yaşayacak olanlarsınız. Güvenin anahtarını kaybettiğimde onun yerini bana söylememek için gülenler siz olacaksınız. Neden kızayım ki ?

Gözlerim gecenin ritmini sayıklarken göz kapaklarını eğlendirmeye inat, ben bu gece kendime yazıyorum. Ve tekrar şüpheleniyorum yazdığımdan yarın haberdar olacak mıyım diye...Eski korkular sarıyor dört bir yanmı yine gecelerim gündüzlere karışacak desemde dolu dolu bir sene geceleri gözlerimde yansıyan baktığım heryere oturan gecem değilsin sen benim. Karanlık sarmış, siyahlarla kaplamışsın ölü sandığın bedenimin üstünü. Kilitler sarıp kendine saklamışsın ve bir akşam üstü apar topar kendin girmişsin benim için açtığın çukura...Dayan...dayan...dayan!! Bir nokta bulmak adına dayanacak o kadar çok çizgiyi harcadın ki... Apartman camından bakıp komşunun televizyonunu görüpte seni izlemek gibi tek eylemim... Bağ yok bağlantı yok... Bu gece yoksun bundan sonra yoksun artık bende yoksun... Bu geceye kadar vardın artık yoksun...

Rüyalarını topla git... Paranoyaklık cehenneminde yandım yıllarca daha fazlasına ihtiyacım yok...


Tedavilerime yeniden başlamalıyım... Yine ordunuzu toplamış işgallere başlamışsınız... Bir karış dahi vermeyeceğim toprağımdan bir karış bile...

13 Ekim 2008 Pazartesi

Kaç kişi hayatını kaybetti iyi kötü yol ayrımında?


"Kimin yaşayacağına kim karar veriyor!
Kimin öleceğine kim karar veriyor!
Bu savaş anlamsız bana bakın!
Burada duruyorum ve üstüme tek bir kurşun bile gelmiyor!
Bir tane bile gelmedi
Neden?
Peki neden hepsinin ölmesi gerekiyor?
Burada durabiliyorum 
Görüyorsunuz!...

İyi ve kötü bu kavramlara kim karar veriyor.?"

Yine aklımda farklı düşünceler var yine farklı bir yazı yazmak yoruyor beni. Yıllardır yorgun benliğim bugün kendinen utanmanın verdiği acıyla bir kez daha sarsıldı. Son mu bu ? Yoksa "Göz yaşları sıcak daha sevinmiş olamaz" dercesine varlığı sürekli başımda dönen bir ayrıntı mı. Bir iki sene öncesine kadar en ağır en zirve şekilde yaşadım bunu ve o zaman da yazdım. En büyük ilacım yazmaktı belki de. Hayata kazımaktı tarihimi... Ve 2 sene önce 14 Ağustos'ta yazdım bunu...

"kendimi ifade edebilmekten bile acizim. aklima gelenleri yazmaktan korkuyorum. sanki oyle bir sey ki; bazi seyler kafamin icinden bi kere cikarsa donusu olmayan bir surec baslayacakmis gibi geliyor. su yazdiklarimi geri donup okuyacagimi bilmesem daha rahat edecegim belki ama biliyorum ki mutlaka bakacagim; ki zaten yaziyor olmamin da bir amaci olmali. iste yine oluyor; yine izliyorum kendimi. bir turlu rahat edemiyorum. sanki iki kisiymisim gibi. birisi bir seyler yapmak istiyor ama digeri de oburunun yaptiklarindan surekli rahatsiz oluyor. mesela bunlari yazan birseyler yapmak isteyen kisi, ve digeri hali hazirda engel olmaya calisiyor. engel olanin da mutlaka mantikli bir nedeni var tabii ki. aslinda onun amaci oburunden daha gercekci gorunuyor. birseyler yapmak isteyen, gerceklerle yuzlesmek istiyor, engel olmak isteyende sanki olacaklari biliyor gibi..."

Farkettim ki çok yol katetmişim. Artık yazılarımı geriye dönüp okumuyorum. Çünkü ben 2 - 3 ya da daha fazla kişiden de olsam bir bedene hapisi ve bende olanlardan sorumlu yine benim. Beni bunun için silecekseniz, yargılayacaksanız , hayatınızda planlararası bir kişi yapacaksanız durmayın. Bu ancak benim gerçeğim ve sizin seçimlerinizdir hayır sizi suçlamıyorum. Ve hayır seni de suçlamıyorum. Özgür düşünce zırvaları ortada fır dönerken seni suçlayamam. Ama farkettim ki suçlu olan benim. Uzun zamandır yazıyorum ve adını bildiğim ve bilmediğim ama varlıklarından mutluluk duyduğum güzel insanlar okuyor yazılarımı. Ve ben onlara gerçeği anlatmadım... Gece Yazan Kedi'nin özeline inmekten hep kaçındım detayına derinine indim bugüne kadarmış ama sadece bugüne özel birşey bu. Gece Yazan Kedi yaklaşık 5 senedir disosiyatif bir bozuklukla yaşıyor. Tanımlayamayanlar halk arası sözcüğünden hoşlananlar ise buna kişilik bölünmesi adını veriyor. Geçmişte kaç tane olduğunu bilmediğim kişilerim artık tek isimde 2 kişiden ibaret ben onunla hiç konuşmadım hiç tanışmadım anlatılanları duydum biliyorm sadece ancak msn diliyle ifade etmem gerekirse 5-6 aydır çevrimdışı gözüküyor. Hayatımda kötü geçen binlerce olay varsa bana her kötülüğümde destek olan koskoca bir yığın arkadaşım oldu. Yürmi gibi gereksiz derecede büyük gördüğüm bir yaştayım ancak bir kişi bile bana, "evet sen kötüsün, sen anormalsin ve ben seni sevmedim" demedi... Bunu hiç yaşamamıştım.. Beni sevmeyenler oldu ama en fazla yanımdan çekilip gittiler tek kelime dahi etmeden. Bugüne kadar... 

Sevipte yanılmak çok can yakıyor ama bu biraz daha acılıydı... Lanet olsun ben bu zaman kadar hep mücadele ettim hangi cesaret vardı sizde içinde çıkamadığınız ne yaptığınızı bilmediğiniz size bakan meraklı gözler arasında bulunduğunuz kaç gününüz geceniz oldu. Kaç kişiye zarar vermekten üzmekten korktunuz. Geriye döndüğünüzde ablam dediğiniz insanı ağlarken korkmuş gördünüz mü hiç. Ona hayatınızı verseniz mutlu göremeyeceğinizin bilincinde oldunuz mu ? Sevdiğiniz insanları sırf dönüşümlerde kendinizden uzakta tutmak için kaç kere tersleyip kavga ettiniz bilerek... En saf duyguların varlığında sevdiğinizi söyleyeceğiniz zamanda yaşadınız mı en berbat şeyi... Ben yaşadım ve lanet olsun sizden güçlüyüm. Ne kadar da güçlü olduğunuzu söyleseniz siz evet SİZ bunlarla başa çıkamazdınız. Geçmişe hapsetmek için kendi bedeninize kıyamazdınız. Hapların mahkumiyetine girmeden durumu toparlayamazdınız. Hayır... Benim kadar temiz kalamazdınız...

Ben varım...Senin sizin onalrın sayesinde değil var olmak istediğim için varım... Kendim kendimle birlikte....

Gece yazan kedi bir daha özelinden bahsetmemek istiyor bunu diliyor... Size adam gibi insan gibi bir yazı veremediğim için beni affedin...

Bu arada, Quis custodiet ipsos custodes... (Yanlış anlamayın sadece Fransızca çalışyorum)

11 Ekim 2008 Cumartesi

İyimserliğin penceresi ne tarafta ?


"Unutursun için yana yana...
Unutursun ölüm sana bana...
Zaman baspı kanayan yarana..
Unutursun... Unutursun..."

Unuttum belki de. Yaşanan herşeyin ardından tek celsede bitirmekte olsa tüm güzellikleri kendini feda etmekte olsa ucunda tüm ithamlara karşı. Tüm sorgular sana yönlense, tüm bilgiler seni çağırsa ve tüm sorulara cevap vermekte zorlanan ve her sorguya kayıtsız özür dileyen... Bu benim!...

Yeter. Cevap vermek zorunda değilim sizlere en zor anlarımda en zor sakinliğimi en karamsar bakışlarınızla karmakarışık etmeye ihtiyacım yok. Bir yağmur yağsa bu topraklara belki o zaman yüzümde hissettiğimde damlaları kararacak ve düşeceğim dibe yeniden çıkmak üzere.

Çok özledim...Özlemeye hakkım var mutlu günleri. Bulutların yağmur dışında karanlıklar getirdiğini yoğun alkollü günlerde gördüm ancak. Görmek istemiyorum artık. Sevgiye hazır mıyım ki karşıma dünyalar güzeli çıktığında... Bilmiyorum kaç gün kaldı ki sona ya da başlangıçların başlangıcına...

"I'm only happy when it rains..."

9 Ekim 2008 Perşembe

Yaşasın Katy Parry :)

Çok iyi... 

Böyle rüyalar görmeye devam et...
Mutsuzluğunu test etmenin yollarını ara..

Sonra mutlu olduğuna karar ver...

Güzel bir günün ardından yine saçmalamaya başladım. Sınıfta yaptığım sanırım bir daha yapmamak üzere kendime söz vermem gereken birşey ama mükemmel bir muhabbetti dersten kovulmaktan da hoşlandım. Ardından canım bir arkadaşım çok değerli süper kişilik bir arkadaşla buluştum ki kendisinin zayıfladığını düşünüyorum. (Okuyosan selam ederim :) )  Ateşi yakıp içine odun attık gece gece Hacettepe turu attık üstüne gelip birde ölü bir halde özlemli yazılar yazdık geceyi kapattık yeni kabuslara gözleri kapattık...

6 Ekim 2008 Pazartesi

Renk Renk Korkular


Ankara'da soğuk bir hava var son günlerde. İyiden iyiye yaz bir görünüm olmaya başladı artık. Gökyüzü bir soğuyan bir ısınan havaların etkisiyle değişik renklere büründü. Herşey geçişin garipliğini ve büyüsünü taşıyor. 

Ruh halimde renkli son zamanlarda bir korkunun en derini var üstümde ne yapacağımın bilnçsizliği, mayın tarlasına girene uzaktan bakanların yakarışları... Kulaklarımda en yüksek sesi bile geçirmemeye çabalayan kulaklıklar ardından mutlu şarkılar... 

Yanılıyor muyum ? Kararlarım ne kadar gerçek ? Bütün bunların karmaşasını hissetsem de günlerim güzel,barış huzur içinde mutlu mesut yuvarlanıp gidiyor.... 

O değilde Work and Travel'a gidecektik Amerika battı yaa :)