16 Ekim 2008 Perşembe

Bizler yanmazsak...

İşte yine karşımdasınız... Doğru bildiğinin arkasından gitmeye korkan, korktukça korkan çekinen ezilen hor görülen ve bundan ötürü hak eden konumuna düşen. Bugün konuşmam yüzünden suçlandığım tepki gördüğüm seviyesiz tartışmalara hedef olduğum tartışmanın amacını bilmeyen kitlelerle karşılaştığım günlerden birisiydim. "Genel anlamda.." sözünün kurbanı olduğumu düşünüyorum ama söylediğimi yalanlayacak kişiye de ruhumu satmaya hazırım...

"Genel anlamda Türk kadını geri planı seçmiş çaba vermeden elde ettiği haklarına sahip çıkmaktan çok onları teslim eden kişi olmuştur. Ben bu halimle onları onlardan daha iyi savunuyorum."

Ve kıyamet kopar...

Gören körler, duyan sağırlar... Bu sizsiniz.. 1923'te başlayan Mustafa Kemal'de yıllar öncesinden oluşmuş ve onu "dikkat edin cumhuriyetçidir (1)" diye etiketleyen yapıdan gün ışığına çıkana kadar olgunlaşmıştır. Kemalist devrim ne yazık ki bir halk hareketi olamamıştır. Halkın sanılanın aksine üstündeki bin yıllık köhneliği atması bir gecede olmamıştır. Günümüze baktığımızda bunun hala amacına ulaşmadığı da görülmektedir. Döneminin meclisinin yeni zellanda'dan sonra haklar verdiği ikinci ülke Türkiye olmuştur. Ancak bu kararların verildiği dönemde mecliste kadın nüfuzun izleyicilerle sınırlı olması da kararın ne kadar tepeden geliştiğinin kanıtıdır. Bu dönemde hiç mi kadın hareketi olmamıştır.. Hayır bunu dersek yanlış söylemiş oluruz kadın hareketleri Fatma Aliye Hanım gibi bir çok aydın kadın tarafından yürütülmüştür. Ancak öylesine kısıtlı kalmıştır ki hakkında başlatılan kapatılma kararına direniş veremeden savunusunu verdiği kadınlar tarafından da yalnız bırakılarak kapanmak zorunda kalmıştır.
Türkiye erkeğiyle kadınıyla umursamaz ve "yumurta kapıya gelince" mantığına sıkışıp kalmış yaşamları sunan bir bakışta. Ancak bu durum kanıtlanabilir bir şekilde Türkiye'de şiddetli bir ikinci plan durumu oluşturmuştur. Türkiye'de kadın mantığının daha geriden takip eder ve uyumsal olması bununla kanıtlanabilir bir örtüşme göstermektedir. 1930'lara kadar yurtdışından gelen kadın temsilcilerin bilnçlendirmesi sonucu ortaya çıkan tek tük hareketler dışında pek olay yokken 1792 (Bin yediyüz doksan iki !!!) 'de kadınlar Britanya'da tarihteki en büyük siyasi mücadelesini veriyordu. Kampanyalar sonuçsuz kalıyor,istenen haklar verilmiyordu. Hareketler azaldı ancak hiçbir zaman durmadı. Millicent Fawcett, Emmeline Pankhurst bu sefer kısmen silahlı militan bir örgüt kurdu ve kadın haklarına yönelik ilk ciddi ve kanlı eylem o dönemde gerçekleşti. Kaybedecekleri ailelerini ve evlatlarını düşünmeden taşradan kopup gelen ve liderlerine güvenen kadınlar kendilerini tren raylarına bağladı, heykellere zincirledi, kamu binalarının camlarını kırdı,boş bürolarda yangın çıkardılar,posta kutularını yaktılar, telefon kablolarını kestiler. Eylemcilerin çoğu tutuklandı hatta dönemin ordusu tarafından kurşunlandı öldürüldü. 1913'te Emily Wilding Davidson, kendisini kral V. George'un atının önüne attı. Büyüyen olaylar sonucu kamara tekrar kadın haklarını konuştu ama meclisten hiç evet çıkmadı ve rafa kaldırıldı.Ancak 1934'te 30 yaşını doldurmuş üniversiteli kadınlar oy kullanabilir hale geldi. İsviçre ise bunu yasal olarak 1990 (Bin dokuzyüz doksan!!) yılında kabul etti. Türkiye'de ise Cumhuriyet'ten hemen sonra kurulan kadın derneklerinin temennisi üzerine mecliste yapılan Atatürk başkanlığında ki oturumda iki oylama sonucu kadınlara hakları verildi. Yıl 2007 Mart 8, dönemin en kanlı eylemleri aynı zamanda kadınların kurtuluş günü kabul ediliyor. Tüm Avrupa'lı kadınlar meydanlarda gösteriler yapıyor özgürlük ve haklar üzerine konuşmalar yapıyor . Aynı yıl 8 Mart kutlamaları Türkiye'de "eylem de erkeklerden biraz fazla kadın vardı" sözleriyle hayretler için de tamamlanıyor. Türk kadını sokakta dövülen bıçaklanan hemcinsine karşı tepkisiz, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncı. Eylemlerde etkisiz "çoluğum", "çocuğum", "evim" tepkilerinde... Keşke Türkiye'de haklarını kendi canından ödün vererek alsaydı Türk kadını ölümler olacaktı belki, işkenceler de yaşanacaktı hatta. Ama değeri anlaşılacaktı. Haydan gelen huya gitmekte yine.

Dar çerçeveli olduğumu düşünenler Türkiye'nin özel konumunu, dayak yiyen kadın varlığını, kışkırtılmış erkekliği savunacak ve tembelliklerini buna bağlayacaklar. Yıllarca zoraki bir biçimde katıldıkları seçimlerde kocalarının seçtiği partiye oy verenler, merkezci bir yönetimle yetişenler, dayak yiyip susanlar, söze "kadın halimle ben ne yapayım" diye başlayanlar suçludurlar. Ve eğer Türkiye'de bu insanlar genelliktedir dediğimde karşı çıkarsan bana sende suçlusun. Yılbaşında tecavüz olaylarına tepkini gösterememiş, onurunuzu 57YTL'ye vermişseniz suç benim değildir. Türkiye'de meclise girebilen sayısı en yüksek oranını 1935'te %4.8 ile sağlayabilmiştir. Ben bugün kadının haklarını kendi almadığını ama kendi eliyle teslim ettiğini söylerken bugün meclisteki %4.4'lük oranı düşünmedim bunu ancak üzüntü içinde şimdi farkedebildim. Benim o sırada aklıma gelen ancak kendisine karşı açık bir şekilde oluşturulan medeni kanun düzenlemesini kabul eden kadındır. Mecliste dahi bağımlı olan birilerinin emrine giren kişinin orada ne işi var? Türkiye hiçbir tarihte 1935 seçimlerindeki kadın oranını maalesef yakalayamamış. Haritada yerini dahi bulamayacağınız Ruanda %48.8, İsveç %45.3........Kosta Rika %35.1, Mozambik %34.8, Arjantin %34.1, Irak %31.6 (Savaş öncesi) ve Uganda %24.7 ve suçunuzu net bir şekilde görmeniz için Türkiye %4.4...

Hala beni yobaz ilan edin. Hala beni dar çerçeveli olarak suçlayın yüzüme bağırın arkamdan bağırın... Bu sizin gerçeğiniz... Bu ülke kadını, Kemalist devrimin yine kadına olan inancını derin bir şekilde sarsmıştır. Verilenleri göz ardı etmiş ve her geçen gün daha fazla politikten apolitik sosyalden asosyal oluşumlara ilerlemiştir.

Sizler suçlusunuz ve ben bu sefer haklıyım...


"Genel anlamda Türk kadını geri planı seçmiş çaba vermeden elde ettiği haklarına sahip çıkmaktan çok onları teslim eden kişi olmuştur. Ben bu halimle onları onlardan daha iyi savunuyorum."

İmzam hala bu sözümün altındadır. Bana karşı çıkanların da görüşlerini bildirmelerine ricacıyım...

Size rağmen var olan
Çiğdem Anad
Halide Edip Adıvar
Süreyya Ağaoğlu
Sabiha Gökçen
Duygu Asena ve nicelerine saygılarımla.

Yanmak zorundayız,ışık saçmak zorundayız yine yanarken... Sen yanmazsan,ben yanmazsam bizler yanmazsak...Nasıl çıkar aydınlıklar karanlığa ?

Hiç yorum yok: