28 Haziran 2010 Pazartesi

Kozadan Son Çıkış

Sensiz neyleyim dalda çiçek,
Günler yıllara oldu denk.
Kapıda nöbete durdu yaşlı seyis,Salına salına geldi aşk-ı haber.

"Gel" diye seslendiğin yerden gelmiyor her saniye hayat, bir incelik sunamıyor belki de günden geriye kalanlara her hissettiğim notada. Ancak elbet cevabını veriyor, uzun uzadıya geçen günlere, bir kemanın sesine ya da sadece karıncanın bin tane karınca arasında farkedilmese dahi görevini gerçekleştirmesi onuruna. Bu denli sıcak kanlı, bu denli de sorumluluk altında geçti günler.
Hayatın aniden değişmesine şahit olmak isterseniz bana bakmayın, her değişimin altında binlerce kozasını bırakmış yorgun bir tırtıl görürsünüz, neşeyle zıplarken hem de.
Kelebek olmanın zamanı gelmedi mi ? Bir başka kelebeğin gönlünde yer etmenin günü gelmedi mi ?

Büyüdün mü çocuk ? Bu soruyu soralı öylesine çok zaman geçti ki... Cevabını hala bilmiyorum büyümüş olmanın mutluluğunu da yaşamıyorum değişim olgusunun zorluğuna katlanmaktan. Sinyaller yolluyordum batan bir gemiden, telsiz cızırtıları eşliğinde, paniğim ceplerimde koşturup durdum sağa sola, yavaş adımlarla koştum...

Dedim ya kelebek olmanın zamanı gelmedi mi ? Buradan kaçmanın ve batan gemiyi anlamsızlaştırmanın geçen zamanı bir başka zamanda dondurmanın vakti gelmedi mi ? Geleceği hayal etmenin, basit hayaller içinde mutluluğu ve sade bir huzuru düşünmenin vakti gelmedi mi ?

Kelebek olmak ? Büyümek ? Çocuk ? Sevda ?

Aşık mı oldun çocuk ?



11 Haziran 2010 Cuma

Son Şule

Bir tanesini dahi yansıtamadım, güldüğünü göremedim çok ıslaktı ortalık açılan bir adet kapıdan göremedim kesilen damarları her bir sürtünmede çıkan ses sonsuzda kaybolacaktı dilimde konuşan dünyanın belki de diğer bir ucunda.

Uğranmış duygularım rahatsız, yalvarır sinirlenir ve adalet peşinde koşar upuzun bir gündüzün ardından, tam arkasında en arkasında belki de gölgesinde saklanır sevginin gizli kalmış nefreti. Özlem, hasret ve nefret aynısı içindir bir garip siyah hediye edilenin karmaşasında gözlerim buğulanmış, özgür kalmış ağlamaklı bakan bir nefes arar bulamaz. Hiç bulamadığı gibi. Ardında bıraktığı binlerce gecenin farkında sadece gözleri şekilleri arar sadece bir basitlik, bu basitliğin ışığında bilinmedik bir ezber herkesin bildiğini ama söylemekten korktuğunu. Bir cam ortaklığının sonuna varan yılların en küçüğünün biteceği yeri arar, gözlerim değil gönlüm arar kalbim arar. Sonra bakar gökyüzüne bir kez daha, yaz ortasında hüzünleri tutar en çalışılmayacak anın maviliğini önce beyazlar ardından karalar kaplar. Umut gibi nefret gibi, öylesine içiçe öylesine nefret dolu..

Anlamsızlaşıyor yazdıkça cümleler gözlerinde buğular ve pencereler, duvarların olmadığı bir diyarda neden pencereler diyorum, yıkıyorum bir bir hepsini canım yanıyor benden kırılıyor parçalar sanki, sonra baktım ki yıkılan ben olmuşum her canavarın kapıma uğradığı anlarda. Gelecek nasıl gelirsen gel göremeyeceksin yüzümde o beklenen perdelerin en güzel bitişini...

4 Haziran 2010 Cuma

Gümüş Nitrat

Yolları özledim, yerleşmeye başladığımı hissettiğimde.

Herşey geçiciydi aslında yine yollar gibi, otobüslerde verilen çay kaşığı yahut ıslak mendil gibiydi hayatım. Tek kullanımlık... Yanıma oturan yolcu gibi, durulan duraklarda içilen çaylar gibi, benim gibilerle yapılan muhabbetler gibi. Herşey tek kullanımlık. Durumdan rahatsız değildim gitmek üzere geldiğim bu coğrafyaya varışımda ve ayrılışımda. Hiçbirşey varışlar kadar acımasız ve mutluluk verici değildi çünkü.

Kaybettiğimde çok ağladığım bir dostum gibisin, geçici diye gözlerinin içine bakmaktan çekindiğim, samimiyetini buradan buharlaşıp güzel coğrafyalara yağmur yağdıran bulutlar gibi düşündüğüm aldatıcı bir dost sandığım. Ama neşenin, buhranların, can acısının en derinini de birlikte hissettiğim, sadece ayrılırken hayatımın parçası olduğunu farkettiğim kopuşu can yakan ve varışları bir yolculuk sonu gibi olan. Sevilen, bulunamayan, bulunduğunda göremediğin... Bir o kadar değerli bir o kadar kayıp...

Her anını fotoğraf hassasiyetinde yaşarsan eğer göz yaşlarının değeri saklı kalır kimi negatif gümüş iyonlarının ardında. Fotoğraf filmleri gümüşün nitrattan oluşur, en ufak ışık parçacığı onu o parlak halinden alıp karartır ya da en basit anlatımıyla paslandırır. İşte fotoğraf adına karşımıza çıkan da budur. Bir anıyı geleceğe bırakmak adına kıyarsınız bir güzelin canına. Bembeyaz açılmış sayfalara yahut henüz kötülüğe mezar olmayı dilemeyen bir kalbin ardına.
Bu şekilde girmiş kalbine birileri, senin sana dair olanını senden senin isteğinle alıp kullanmış.

İyi mi kötü mü ? Doğru mu yanlış mı ? Kaç gerçek var arkasında? Kaçı yerli kaçı yersiz ?

Korkuyorum bir sonra ki notanın bozuk basılması olasılığından, korkuyorum her kazanışların ardından yitirmelerin gelmesi endişesinden. Ama mutluyum gözyaşlarının ardında paslanan gümüş nitratlardan.

Diyeceğim o ki korkmasak keşke... Örümceklerden.