22 Kasım 2008 Cumartesi

Evrende dört...üç...iki...ben...

“Belli ki evren sana ellerini varlığını unutturmuş... Oysa sen karanlığa uzanıp onu tek bir hareketinle yok edecektin...”

“ Le Moi”

Koskoca binalar kocaman bir dünya kocaman bir evren. Ben bunlar arasında ne kadar minyatür ünlü düşünürün dediği karıncaların hareketleri derecesine küçüğüm. Kişiler arası politikalarım aşklarım öğrenip öğrettiklerim birlikteliklerim yalnızlıklarım sesim soluğum evrene dair mini dünyada yaşadığım kırgınlıklar sevinçler onlar da ne kadar küçük aslında. Oysa ne kadar büyüktüm ben kendi dünyamda... Bunu fark etmemeliydim.


"bilmezler yalnız yaşamayanlar,
nasıl korku verir sessizlik insana;
insan nasıl konuşur kendisiyle;
nasıl koşar aynalara,
bir cana hasret,
bilmezler."

Orhan Veli


21 Kasım 2008 Cuma

Bilerek ya da bilmeden yağmurlara...

Yürüdü...

Ve Durdu...

Uçsuz bucaksız sonsuzluğa karşı mavi gökyüzüne baktı gözlerinin mavisinden. Sararmış yorgun geçmişini buldu uçları kirik saçlarında.Onlar uzadıkça ömrü tarihini yazardı, saçlarına. Uzadıkça onlar, ömrü kısalırdı, daralırdı zamanlar ve yetişmezdi zaman güzel aşklar yaşama zamanlarına.

Aradığını bulamayacağını bilerek ya da salt öyle düşünerek ona ait olmayan aşklarda, ona ait olmayan tenlerde, ona ait olmayan ses tonlarında tüketti saçlarını...

Olmadı...

Gülümseyen yüzüyle hapsetti kendi çaresini yine kendi içine. Ağladığını fark edemezdi, yağmur altında kalmış yanaklarından, yaşlar süzülürken. Bir kedi uzaklarda bir arabanın üstüne zıpladığında anlayamamıştı ya arabadan aniden yükselen sesin anlamını, onu da anlamamıştı birçoğu ve o da anlamamıştı birçoğunu…

Yaşlar yağmur, hüzünler umut, kötülükler traji-komikti ve o bir buğulu camdan gülümsüyordu dışarıdaki fırtınayı izlerken içindekine aldırmayarak. Gizli saklılarda aşktan korkan aşka aşık fısıldadı onun duymaması için çabalayarak “Sevmiyorsan yaşamıyorsun ki, sevmiyorsan duymuyorsun ki, ağlaman bile ağlamak değil duyguların sadece aklında değil ki...”Saçmalanan duyulara, duygularını kapattı.

Gözlerini kapattı bir damla dahi yaş düşmedi yaslar ardından...

Başını kaldırdı göz kapaklarına hızlı bir yağmur çarptı, aniden kapanan gözler bir daha inatla açıldı...

Biraz hissetti teninde güveni. Sonra tekrar yürüdü...

16 Kasım 2008 Pazar

Sözde politik Sosyal Genç


Yazılarımın çoğularında ideolojinin ve bunların şekillendirdiği topluluklardan söz etmişsem de gayet büyük bir kalabalığı atladığımı farkettim daha doğrusu arkadaşım tarafından farkettirildim.

Öncesinde köhnelik ve yobazlık kelimelerinin her geçtiği yerde '1000 yıllık geçmişi var bu yapının' derdim ancak bu tahminlerin ötesinde yaşı Türk tarihiyle birlikte sunulacak bir olgudan söz edeceğim. Yönetim geleneklerimize yönelik eleştirilerde de daha öncesinde belirttiğim gibi merkezci ve partizan bir inancımız var yönetim konusunda. Bu açıdan da Machavelli'nin 'yönetme erdemi'ne değindiği çağlardan kopamadığımızı görebiliyoruz. Seçimlerin televizyon başında bir Eurovision heyecanı benzerinde takip edilmediğini söyleyebilir misiniz ? Ya da nüfus sayımlarındaki gibi bir heyecan mı kaplıyor içinizi seçime giderken. Bir de bunu deneyelim hiç denemedik diyenlerden misiniz ? Apolitizme hoşgeldiniz.

Türk insanı tanışmak ister, tanıştığında karşında boş bir adam yok imajı vermek ister. Peki okumaktan hoşlanmayan yahut bildiği şeyler sağdan soldan duyduklarıyla sınırlı olan insan ne yapar ki ? İşte bu da bizim ikinci tanımımız 'sözde politik'. Türkiye'nin yaşamında belli olguları çok sık yaşar olduk ama bunun en keskin ve Türkiye gerçeğine uyumlu hale gelmiş şekli sağ-sol çatışmasıdır. Sağ ve sol birbirlerinden hemen hemen kesin çizgilerle ayrılabilmişlerdir bunda her ne kadar holigan gibi parti tutmak deyimini kullanmak için can atıyor olsam da sol kesimin ayrılıklarının bilgisel sınırlarda olduğunu kendi içinde bile paramparça oluşundan anlamak mümkün. Yöneticilerin ya da devlerin yaşamına ilişkin çok şeyden bahsettim çok şeyde biliniyor diye düşünüyorum. Dönemimizin sosyal olayı ise AKP. Her ne kadar 'Türk siyasi yaşamında ideoloji' serimi tamamlayamamış olsam da belirtmeliyim ki AKP birçok yönden Türkiye'de talihsiz binlerce kayıp verdirmiştir. Ancak bir yönden de bizim gençliğimizi aktivist yapmıştır hem de nasıl. Siyasi kimiğin tek belirgin olduğu ortam ise ebenizi daha bulabileceğiniz facebookta en fazla “idda ediyorum ki” başlıklarıyla yaşam ve kimlik bulabiliyor. Bir siyasi oluşuma “Join Group” ile katılabilir kolaylıkla X adlı zattan nefret eden bir çok insanla tanışabilirsiniz. Meclisimizin yaptığı kalitesiz siyasetlere nazaran üzülerek söylenmeli ki facebookta yazarak iyi bir aktivist olabilir. Demir Kıratın dizginlerini eline alan birisi sayılabilirsiniz.

Dışarıda ise bizi bekleyen şeyler çok daha karmaşık ve komik. Birisi çıkıp sağ ve sol Amerika'nın oyunudur kanmayalım diyecektir. Onlara şunu hatırlatın 'sağ - sol elele tam bağımsız Türkiye 8. Filo defol' pankartlarına ateş açan sağ gruplar. Türkler hala doğaüstü olaylardan hoşlanan ve hafif gizem ve uç noktayı seven bir yapıya sahip. Sanırım bu konuda Freud açıklaması id'i yoğun toplumuma çözüm olacaktır. Radikal dinci bir grubun sakin bir ildeki olağan çay muhabbetleri sırasında şu tip bir muhabbet geçti.

- Geçen bu gominizlerin toplantılarına katıldım sırf onları deneyim istedim. İçlerinden uzun saçlı sakallı biri çıktı aranızda dedi bakire olan var mı dedi. Hemen bir iki kız ayağa kalktı. Saçlı sakallı baya kızdı siz bizim davamıza hakaret mi ediosunuz çabuk halledin bu meseleyi dedi.

Türk siyasi yaşamında rastlanan bu olaylar komik olmasının yanı sıra hayal gücümüzün de genişliğinin güzel bir göstergesi. Amerika'da seçimlere gitmemek politika dışı kalmak değil seçimlerde temsil edilmediğini düşünerek protesto etmektir. Türkiye'de ise buna yönelik bir taraf var. Bugün sağa sola baktığınızda 2 kişiden biri AKP'ye oy vermiş olmalı 'Allah Allah bizim kontesi kim öptü' tarzı diyaloglar oluşuyorsa zihninizde dün AKP'ye oy verip bunların hepsi dış mihraklar bunlar, mahfetti ülkeyi, Atatürk olsa şimdi başımızda gibi klişelerle yaşamına devam eden canım Türk apolitiğidir.

Televizyon karşısında küfür etmekten bu seviyeye gelen yapımız artık kendi politik kimliğimizin önünde engel koymaya çalışan sağcıyım solcuyum dersen düşmansın sen denilen. Bilinçten okumaktan hatta çoğu zaman karşıdakini dahi dinlemekten aciz olan kısmın savunusudur. Denir ki bilinç önce insanın başını karşındakine karşı eğmesi dur bakalım ne diyecek demesine bağlıdır. Bu durumda da aciz olan sizler gibi sosyal olma çabasında ki bilinçsiz gençliktir. Süleyman Demirel'in tahtına oturmaya adaysınız kabul ancak onun halk karşısında ki ikna edici konumundan dahi uzaksınız. Sanırım bunun da ismi yüzeysellik. Keza herşeyi iyi bilen bir insan olmayacağı gibi biliyoruz ki herşeyi bilmeyen insanlar da değilsiniz.
Taha Akyol sayesinde bir kısmı aydınlanmış bir yapı var 'Ama hangi Atatürk' kitabında. Bir bakıyoruz en berbat eleştirilerin sahibi her sözünü desibeli iki karış yukarıya adım atmış sesiyle 'ne mutlu Türküm diyene' olarak bitiriyor sözlerini. İyide Kemalizm öyle herkesin olabileceği kadar salak bir ideoloji değil ki.

Yurdum 'sözde politik' gençliği bi susun ya.

Günümüz Türk Siyasi Yapısında İdeoloji -3-



Youtube'un kapatılıdğı günlerden birinde öğrenmiştim, sanırım o sıralar aday sayısı henüz ikiye inmemişti. Takip eden günlerde de sürekli bir şekilde tüm yabancı sitelerde bunun tartışması yapılıyordu. Aradan geçen zaman bir çok değişim geçirdi bunları Türk basını da hızlı ve biraz geç izlemeye başladı. Ancak olanları hepimiz biliyoruz. Barack Obama, Amerika başkanlık koltuğuna oturdu.






Snoopy izlediğim dönemler politik kimlik kazandığım en azından politikayı tanıdığım dönemlere rastlar. Oradaki inceden Amerikan tarihi oluşturma çabalarını sezebiliyordum. Yine George Washington, Abraham Lincoln veya John F. Kennedy gibi liderlerin isimlerinin önemini ve ABD tarihindeki saygı duyulacak tarihlerini biliyorum. Amerika'nın şimdilerde yıkıldığı söylenen,daha doğrusu öyle olması ümit edilen yapısını inşa eden temel liderler bunlar. Peki Barack Obama o büyük kayadan oyma büstlerde yerini ne kadar alabilecek ?






'I have a Dream' denilmesinin üzerinden çok uzun yıllar geçmedi, yine bir Martin Luther çıkmış ve Avrupa'da isminin heyecanı geçmemişken Amerika'da bu sözü söylemişti. Birisi Avrupa'yı dogmadan bağnazlıktan kurtarmıştı diğeri ise Amerikan halkının iç çekişmesinde fikirsel öncülük yaratmıştı. Barack Obama başkanlığıyla birlikte bir rüya gerçek oldu. Farkındayım Amerika'da halk bir anda birbirlerine çiçek veren bir toplum yapısına gelmediler elbette. Bunu da bana hatırlatan yine bir arkadaşım oldu. Obama başkan oldu peki şimdi bir zenciye kızını verecek misin ?. Evet sanırım Amerika'da işler böyle yürümüyor kızlar yine istedikleriyle evleniyor ve aileler liberal yapının gelenekleriyle çokta fazla ses çıkarmıyorlar. Zamanla oluşacakları bilmiyorum ama tahminlerde bulunabilirim.




Türkiye ABD'de bir siyah başbakanı çok fazla yadırgamadı. Hatta Türkiye aleyhi konuşmuş olsa dahi yine de kısmen anlaşılır bir yakınlık hissetti. Bugün bir çok siyaset bilimci söylemlerin içinde bariz "sosyalist" ibareler olduğunu söylüyor ve ABD'nin ekonomik krizin ardından kapitalizmi tam anlamıyla tamamlayarak sosyalizme geçmiş tek ve başarılı devlet olacağını söylüyorlar. Bu uçuk siyaset bilimcileri kutluyorum ve ne kadar bilim adamı da olsalar sosyal açıdan olaylara bakamadıklarını düşünüyorum. Neredeyse kurulduğu günden beri liberal ve kapitalist politikalarda büyümüş bir nesli. Şimdi hiç alışık olmadığı bir düzene bağlamak ve böyle böyle olunca bu olur demek sanırım yapılabilecek en büyük yanlış olur. Alternatif tarihi severim bu alanda Türkiye'de her ne kadar çok az sayıda eser verilmiş olsa da Turgut Özakman'ın "1999 Atatürk Yeniden Samsunda" kitabı bence aralarında en iyisi. Tayyibin sosyalizmi getirebileceği kadar uçuk düşünceler üzerinden gitmesem de Sovyet Sosyalist Amerika teması renkli bir yazın dizisi yaratacaktır. Olaya Türkiye yönünden baktığımızda ideolojinin kökenlerinin okyanus ötesi Amerika kıtasında yapan bir sağ görüş çizgisinin orak ve çekiç ile kurt figürünü nasıl birleştirecekleri merak konusu. "Başbuğ Lenin" gibi sözleri duymak içinse sanırım hazır değilim.


Kurgu bir yana Türkiye Obama'ya çok şaşırmadı kabul edelim. Amerika ise daha adaylığa yükseldiği an şaşkınlıklarını ciddi bir şekilde belli ettiler. Peki Amerika ve Türkiye bu kadar abi-kardeş baba-evlat, amerika-küçük amerika düzenindeyken nedir bu farklılık.... Dış mihraklar mı ? Daha fazla gülmek yok...




19. yüzyıl değil ama 20. yüzyıl ciddi anlamda etnik savaşların dönemi olmuştur. Bunlardan biriside Amerikan iç savaşı. Toplum gayette belli olabilen fiziksel hatlar vasıtasıyla tami bir kampa bölünmüş. İnsanlar silahlı eylemleri normal karşılar hale gelmiş. Okullara alınmayan siyahlar, Avrupa gibi kirli tarihimiz yok diyen sözde bir Amerikan rüyası. Şimdi günümüzde etnik ayrışmaları ve demokrasiyi kendi kafasıyla yorumlayan Amerika, İrlanda gibi bazı ülkeleri rahat Akdeniz milletlerinin başına musallat olan fikirleri ve ayrışmaya yönelik tavırları desteklemeye başladı. Kendi kritik örneğinden yola çıkarak sanıyor ki İtalya ya da Türkiye'de de en az Amerikan iç savaşı gibi bir etnik ayrım mevcut. Sokaklar kan gölü her gün çatışma silahlı eylemler vs...vs... Sen yapmışsın Coni'ye Uyar mı Ali'ye Veli'ye, tanımı her ne kadar ciddi içerikten uzakta olsa manayı tam karşılıyor. Türkiye'de dönemin gazetelerini incelediğimde hiçbir şaşkınlık belirtisi görmedim etnik köken farkı olan bir başbakan ya da Cumhurbaşkanı seçildiğinde. Bunun adı hoşgörü değil Türkiye'de bir hoşgörü kültürü olduğuna çok fazla inanmıyorum, bunun ismi sadece rahatlık ve umursamazlık. Ekrana yansıyanları gördünüz insanlar oy atarken nasıl heyecanlılar. Türkiye'de geçerken uğradım tarzı bir gelenk seçime gitmek. Beş senede bir ülkeyi biraz olsun bize bırakıyorlar...Sözde...




İşte yine bu rahatlık ve rahvet ortamında gündem Türkiye'si bir süre Obama'nın başkanlığına sevinen köylülerle ilgilendi. CHP'de giderek daha ikinci plana atılan Kemal Kılıçdaroğlu yeni belgeler ve iddialarla ortaya çıkıyor olsada dürüst politikacıdan canı sıkılan halk ve partisinin üst kadrosundan gelen baskı bu adamı da yıldıracak yıldırmak üzere. "Mustafa" filmine dair konuşmayı bile istemiyorum keza sırf anlatılan yalan sahnelerle yeni bir film dahi yapılır, yoksa iki tane mi yapılır?. Ergenekon soruşturmasının asıl önemli zamanları gelmedi, bir nevi Menderes davasına benzer bir hal aldı. Kasıtlı olup olmadığını bilmesem de sessiz sedasız Hüseyin Üzmez'i salan yargımızın bu insanları da sessiz sedasız içeri atacağına eminim. Günümüz yargısı "insan"ları içeri sokan, "Üzmez"leri topluma katan bir yapıya kavuştu artık gözümüz aydın.




Eleştirel yazmak istemiyorum belki de bir çok yerinde defalarca oynama yapacağım yazımda çünkü bu serinin biraz tarafsız bakan bir yapıda olmasını istiyorum. Ancak kendi içinde dahi eleştiri gören bir hükümet bir halk ve bir oyun içinde yaşarken sanırım bunları söylemek sorun olmaz. Tek emelim çok aşırı değerli başbakanımdan yazıma bir yorum almak...Evet evet...Sevsinler beni...

13 Kasım 2008 Perşembe

Tuna'ya Önemli Not

Kendine gel !
Sen, kendine , kendine gel...

Haddini Bil!
Sen, haddini ,haddini bil...

Ayrıca : Sınırlarını da bilsin seviyesini öğrensin...

Rahatsızlık verdim bir süre affola....

Siz beni o mu sandınız... Bu büyük bir problem...


Gülümseyen ben değilim... Önce bunu bilelim.

Yalnızlığını ardına almış birinden fazlası da değilim. Gözlerim de kurumuş tüm duygular fazla protein oranlarından utanıp gizlenmişler göz kapaklarımın ardına. Aşk bana gelip gider olmuş. “O gizem” gözlerini açıp bana bakmamış hiç. Bir umut adıyla uyanmışım sonra her gecen dakika daha da yalnızlaşıp utanmışım kendimden. Saklanıyorum bende duygularım gibi karanlıklar arasından gecenin içinden hayatin bile adımlarca uzağından yazıyorum yazılarımı. Zaman benim çok gerimde kalmış. Terk etmem, gitmem, uzaklaşmam gerek ama 'O' olmasa acısı ızdırap, mutluluğu dünya kadar.

Ama öylesine yalnızım ki o da yok kimse yok. Kendim ve kendimden başka…


11 Kasım 2008 20:52 Tarihli Yazım...

Edebiyat'a Dair...



`Baki bu gök kubbede hoş...'



Gecenin bir körü yine camda onca temizliğe rağmen tozlar, tozlardan parlayan sari güzel ışığın uykulu gözlerime çarpıp seni düşündürdüğü bir gece...



Bunun ismini koyamam utanırım, sevdiklerime bir daha bakamam ki itiraflarımın ardından. İtirafımı kendime dahi yapamam. Bundandır bilirim kalbimin nedensiz atışı, zihnimin göz açıp kapayıncaya kadar darmadağın oluşu kayıplardan mutlu çıkışım mutluluklardan korkuyla bakışım. Sonu nereye varacak ki diyesim yok bugün bu sefer olmayacak zaten.



Hayatin seferlerine her binişimde ineceğimi bilirken bu sefer yollarda giderken ölmeyi diliyorum. Yol yapıştı üstüme… Bitmek bilmez, siyahlar arası çizgilerde serüvenim...



Evet, bunu biliyorum.



Açtım gözlerimi eskisinden iyi görüyorum lütfen bir kez olsun sadece tek sefer olsa gözlerim insin gökyüzünden yıllar yılı kovalayabileyim ömrü peşinde. Bulduğumda ya toprak altı geç kalmışlığımı yasayayım ya da... Ya da... Olmayacak işler peşindesin Tuna...



Biliyorum... Yine olmayacak isler peşindeyim... İyi geceler dünya...






11 Kasım 2008 03:42 Tarihli yazıdır..





Not: Bu yazı da bana ders olsun. Yazının da fotoğrafın da anlamı bende saklı lütfen...



10 Kasım 2008 Pazartesi

Yitenlerin bıraktığı eksiklikler...İlk değil ki...


Bu eksiklikler ilk değil ki....


Gerçi ilk zamanlar artık pek aklımda değil büyüyor olmalıyım. Günümüzde "insan Atatürk" tartışmaları yeni başlamış olsa da Atatürk benim yetiştiğim çevrede ikinci babamdı. Öylesine yakın öylesine birlikteydik yani.

Belki de bu yüzden yadırgamamıştım Komser Şekspir'de "Çok yalnızım be Ata'm" diye Atatürk'ün büstüne yakaran Kadir İnanır'ı.


Ama dedim ya bu eksiklikler ilk değil. Her 10 kasımda sessizlik ve uğultularla anılan Kemallerin sayısı giderek arttı. Benliğime vuran ilk görüntü ise sanırım Uğur Mumcu. Patlamalar bir keskin kalem bir kırık gözlük. Selda Bağcan'ın ardından yaptığı şarkı hala kulaklarımda. Ya Ahmet Taner Kışlalı ? Ya benim daha aklıma gelmeyeneler? Bugün aslında birçoğunu andığımız bir gün . Hani denir ya "...Atatürk ve silah arkadaşları adına..." diye. İşte cevap bu.

Bu savaşaın meydanlarda yapılmayanında bu silah arkadaşları vardı onun ardında. Hepsini bitirdi küstürdü yok etti benim ülkem.


Şimdi düşünülenler gerçek değil, yapma teoriler ütopyadan öte değil, tartışmalar gerekçesiz ve doğrulara yakın değil. Ama yitenler gerçek, yitenlerin ardında bıraktıkları gerçek, yitenlerin yazdıkları gerçek,yazdıklarında anlatılan ülkem korkunç biçimde gerçek, hayatları ve hayatlarının sonu tümüyle gerçek. Gerçek...Gerçek... Can yakıyor değil mi ?... Yakmalı...




Yalın bir şekilde özledim seni Ata'm. Gel diye yakarmam kızarsın bilirim. Yolunda olduğumdan eminim, başaracağımdan.... bilmiyorum ama denemekten fazlası bekliyor beni... Ama özledim...

7 Kasım 2008 Cuma

Mustafa'dan Kemal'e...

Özür dilerim Can Dündar... Ve Teşekkür ederim Can Dündar.


Utandım... Bir daha yapmayacağım bir yanlış yapmış olsam da, birilerinin gazına gelsem de , basının en güvenilirlerinin sözlerine avlansam da her ne kadar binlerce bahane edinsem de aklımca. Utandım... Bir sanatı yerinde görmeden ,duymadan ,düşünmeden eleştirdiğim için utandım. Bir söz vardı ingiliz bir gazetede çıkmış olmalı aklımdan uzun zaman boyu nedensizce silemediğim. Media :Let's watch them, how they govern you! (Basın : Sizi nasıl yönettiklerini izleyelim!).

"Mustafa" filmine gittim. Ön yargılarım ceplerimden taşıyordu o güzel arkadaş ortamında oturacağım yeri sessiz sakin söylenebilinmesi muhtemel bir yerden seçtim. Olmadı... Hatta hiç gerek kalmadı. Şok olmayı mı bekliyorsunuz? Film dilerdim ki daha uzun olsaydı ama kendi kanaatimce mükemmeldi.

Mustafa Kemal; karıya kıza düşkün biri olarak gösteriliyor dediler.

Filmde gördüğüm mükemmel mektuplarda süren yine mükkemmel bir aşktı. Madam Corrine, Atatürk'ün batıya açılan özenti değil bilinçli Avrupa örneğiydi ama kesinlikle birçoğunuzun sapık fantazmalarında yürüttüğü türden aşklara benzemiyor bile. Sevgili eleştirenlerim o mektupların bir cümlesine sizin hayal gücünüz bile yetişemez....

Atatürk her gece bir büyük rakı deviriyomuş odasında yalnız içiyormuş....

Filmde bu tip bir sahne yok. Aynı zamanda cümle şöyle devam ediyor. "...o günlerde Atatürk günde bir büyük rakı bitirir hale gelmişti..." Bu Atatürk'ün hayatında ki bir dönümdür. Binleri milyonlara dönüştürüp te yalnız kalmanın travmasıdır. Ve dikkat ederseniz sadece belli bir müddet sürmüştür. Hem bırakın da içsin. İçki içmeden müslüman olanlar 14 yaşında ki kızlara tecavüzden kendilerini alıkoyamaz durumdayken bırakınız tarihin peşini. Rakı Türk'ün tarihidir. Rakı Trakya'nın, rakı Anadolunun da tarihidir. Rakı dostları biraraya koyar, hatta benim ülkem de içki masasına oturmadan sorulmaz "ne olacak bu memleketin hali diye" . İçiyormuş hem de çok..., diyenler ayık oldukları müddetçe ülke için yaptıklarını sorgulasınlar.

Atatürk karanlıktan korkan ufacık bir toz bulutundan nem kapan korkak biri gibi gösterilmiş...

Filmi izlemeden anlayamazsınız gerçekten. Ama bunu eleştirmek saçmalığın ta kendisidir derim ben. Bu olayların geçtiği tarih, kurtarmaya çalıştığı ülkenin milletinin dahi kendisine düşman olduğu, Ankara'da bir yandan düşmanın bir yandan devletin bir yandan da milletin tehditlerinin korku olup geceye dolduğu zamanlardır. Duman bulutu ise düşman zannedilmiş ancak sonradan onun bir sığır sürüsü olduğu öğrenilince de alay konusu edilmiş ve bu eleştiri de Atatürk'ün gülerek söylediği bir ayrıntı olarak yansıtılmıştır.


Aşırı yalnız gösterilmiştir.

Sanırım bunu en iyi anladığım söz film sonrası iki üç koltuk uzaktan duyduğum sözcük oldu. Nasıl yalnızmış ya diye sitem dolu bir sözcük ardından da titreten ayrıntı.. "Onun arkasında koca bir millet vardı." İşte bu an anladım ki Atatürk cidden yalnızdı. Daha fazla söze gerek duymuyorum.


Kime? Niye ? Neden? açıklama yapma gereği duyuyorum emin değilim. Ama lütfen filmi gidip görün ve evinizin görünür bir köşesinde zihninize kazınması gerek olan bir yazıyı görün. Asla görmeden emin olma!. Diyorlar ki "ulusalcılar"ın beğenmediği Atatürk gösterildi. Yobazlara prim olacak bu film. Tanrı aşkına bir ülke dolu yobazdan, sabun köpüğü solculardan, kurt köpek peşinde ki sözde Kemalist'lerden kaçınızın umudu var ki ? Bu film onlar için değildi ki. Bu film geleceğin Mustafa'larınaydı olsa olsa. Kendileriyle karşılaştırdıklarında ben de yapabilirim hala yapabilirim diyebilecekler içindi...

Bir baktım ki kimi zaman hissetiğim yalnızlıklar onda da var, yazıyordum hem de çok karamsar ve edebi. Farkettim ki o da yazıyormuş hem de çok çok benzerini. Defalarca aşık oldum, fark ettim ki bir farkımız yok.Onun da bir zihin dolusu hayal kırıklığına cevap veriyor beynim, yine bir zihin dolusu hayal kırıklığıyla. Hatta bir Corinne'im bile oldu mektup yazdığım kendi benden binlerce kilometre uzakta. Farkettim ki bilmeden Mustafa'nın yolundan gider olmuşum.

Sonra bu filmi izleyip bilinçlenip Kemal'e ermişim... Şimdi daha çok çalışmalı, dileğim Atatürk'tür...