26 Kasım 2010 Cuma

Kendi Üstüne Yıkılan Rüya


Onlarca taşı tek başıma taşıdım yalnız olduğum bu topraklarda. Sinyaller dışında hiçbirşey yoktu desteğimde yılmadım. Farketmeden sevdalandım, renklere bulandım, yıktım, kırdım, baştan başladım.

Çıktım en yükseğe ve atladım. Kendi yaptığım binanın tepesinden attım kendimi. Acımadım kendimi katledişime, yolda rastlayıp selam veremediğim dostlar oldu. Kimse hissetmedi düştüğümü bir beyaza.

Uyandım, rüyamı gerçek sandım. Rüyalarımı gerçek ettim, sonunu değiştirmeye çabaladım, çabalıyorum...

20 Kasım 2010 Cumartesi

Buruşturulmuş .TXT


Buruşturulmuş bir sayfa. Atılmaya kıyılamamış bir sayfa. Bir kaç fotoğraf....

Gelişine vuruyorum, futbolda hiç başarılı olmamış ayaklarımdan birisiyle. Olanca sinirim ayağımda değil biraz fazlaca aşağıda kalmış olan asfalta ve ardından da ayağıma vuruyor darbeyi. Olan yine bana oluyor. Uzaklara göndermeyi umduğum bu gereksiz ayrıntılar bilakis yakınlara 3-5 gün sonraya zıplıyor sadece. Tekrar hatırlanmak üzere şu yoğun olmayan günlerde.

Tahminimce o günlerde de yoğunum sizi gidi başkasının sevimsiz hatıraları. Ders çalışır, sevgilimle vakit geçirir, bakarsın senden söz eder tekmeyi birlikte basarız.

Geçmiş bir insanın hayatını ele geçirebilir.Aman toplumsal genelleme ustaları, sabah akşam genelleme yapan "tespit adamcıkları" sizden değilim, toplanmayın başıma. Yanlışım kendime, doğrum kendimedir benim. Geçmiş hayatımı ele geçirdi ve mahfetti, geçmiş zor günümde yanımda olup beni ayakta tuttu. İşte bu ikisini de deneyimlemişsem eğer sanıyorum ki onu kullanmayı öğrendiğim güçlü zamanlarımdayım.

Değil silmeyi, varlığının yokluğuna dair tezlerimi bile anında güçlendirebilecek kadar seriyim. Anlatmadıklarım olmamıştır, olduysa da yoklardır.

12 Kasım 2010 Cuma

İlkokulda Siyasi Simge

"Velev ki..."
R.T.E.

İzmir'de ki Cumhuriyet Mitingi'nin ardından ard arda 3 tane mitingi kaldıramayan kesim eylem hazırlıklarına girişti. Önce Ankara'da ardından da İstanbul'da bir kaç yer miting alanı oldu. Alanda Cumuhriyeti savunanlara karşı türban savunusu vardı. Televizyonlarda ahkam kesen siyasetçiler, gazeteciler yahut televizyon karşısında küfür eden gruplardan neredeyse kimse bunu farketmedi.

Cumhuriyet'e karşı, karşı devrim; Cumhuriyet'e karşı 2. Cumhuriyetçilik; Cumhuriyet'e karşı Şeriatçılık ve daralan anlamların en sonuncusu Cumhuriyet'e karşı türban.

Parka, postal, atkı, sol yumruk, pos bıyık, Nazım Hikmet... Sol.

Bozkurt, sarkık bıyık, palto, Necip Fazıl.... Sağ.

Birbirlerini anlamayı başaramadan, kavgalarını barışa teslim edemeden, bu ülkenin bütünlüğüne karşı tarafın da saygısını olduğunu anlayamadan yitip giden iki grup...

Türban... Karşı devrim.

Bugün işte bu siyasi simge üniversitelerin tartışma alanından çıkmıştır. Yıllarca atılan "geri kalmak hakkımız" naraları cevap bulmuştur. Üniversitelere bu ülkenin temelinin atıldığı bu kurumlara ona karşı olan bir nesneyle girilmemesi adına yıllarca konuşuldu. Kamu özel ayrımları yapıldı. Ama hiçbir zaman iş ilkokula kadar gitmemişti.

Beyinlerinde henüz değil siyasete kavgaya dair bile birşey oturmamış çocuklar üzerine oynanıyor. "Yetmez ama evet" ve "evet" diyenlerin bir kısmını ekranda görüyorum. Farkettiler ki yanlışın üzerine yanlış katmada sorumlulukları var. Farkettiler ki "hayır" deselerde artık "evet" dedirtenin üzerinde bir etkileri yok. Farkettiler ki "hayır" deme hakları bir "evet" ile ellerinden alınmış.

İşin pedagojik kısmına girmiyorum bu başlı başına bir sosyal bilimciyi çıldırtacak düzeyde. İşin muhalefet kısmına da girmiyorum, etkisiz ve güçsüz. Devir artık "biz ne dersek evet" diyenlerin sahası. Bertaraf olan ise bir ülkenin zavallı durumuna düşürülmüş halkı.

Cumhuriyet Gazetesi'nin reklamlarına gülenlerin o zavallı hallerine, korkulacak birşey yok saçmalamayın diyenlerin acizliklerine gülüyorum acı acı. Ve şaşırıyorum bu temeli sağlam atılmış meğer dediğim Cumhuriyet'in hala yaşıyor oluşuna.

5 Kasım 2010 Cuma

Islak Kağıtlar


Uzun zamandır dışarıdayım, çıkarken tutuşturduğum kibrit hala yanıyor. Zorda kaldıkça kelimelerimi yakıyorum, cümleler kurup tekrar tutuşturuyorum kül olacak korkusuna mutluluk katıp yakıyorum.

Yakıyorum... Sürekli titriyor ateş, rüzgar bekliyor, kış bekliyor, kar, ayaz onlarcası... Hep kötü şeyler, emekleri tüketmeye çaba edinen şeyler. Yaz bekliyorum, güneş bekliyorum, ısınmayı değil aydınlanmayı bekliyorum.

Bekliyorum... Bir fikir ofisinin kartını, bir çıkar yolun rehberini, o yolu gidecek sabrı ve yolda ölmeyecek kadar garanti verilmesini bekliyorum. Dokunmak, tatmak aslında görebilmek.

Kendi gözlerimle, görebilmek. Sığ olanı, derin olanı, boğulma çizgisini ve yaşamla ölüm arasında var olan çizgiyi görebilmek istiyorum. Biriktirip o çizgileri kareler, diktörtgenler, üçgenler yapmayı, üretmeyi, sonra da ürettiğimi görebilmeyi istiyorum. Bakalım nasıl oluyor kendi dünyam yine kendi ellerimden çıktığında.

Yakıyorum, sonu ucu belli olmayan bir savaşa kelimeler yakıyorum. Barış için yakıp, barış için yanıyorum. Barışı beklemiyorum, savaşı anlayamamışken.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Hayata Katalize...

Dünya değişiyor... Bunu suda hissediyorum, toprakta hissediyorum... Kokusunu alıyorum. Eskilerden pek bir şey kalmadı zira hatırlayanlardan yaşayan yok artık...

Galadriel - Lord of The Rings

Ciğerlerimi baştan sona dolduruyor bıraktığım post-itlerin dumanı. Geçmişi yakabilmenin, verileri silebilmenin ve üstüne nadide bir kaydı işlemenin hazzı inanılmaz. Gözlerim kurşun gibi ağır, uykum had safhada ama yazıyorum. Yazma gereği hissettiriyor bana nefes almak. Bir adım atacak dahi halim yok ama dünyayı dolaşabilirim. Enerjim yok ama yaratabilirim...

İnan bana nefesi senden, kokundan almak için herşeyi yaparım...

Herşeyi yapacaksam ancak senin için yaparım.