30 Ağustos 2010 Pazartesi

Yüze Sürülü Zafer

- Alıntıdır -


(Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul’da gazetecilik yapan yazarımız, büyük taarruz'dan bir türlü haber alamamanın sıkıntısını yaşamaktadır.)
"...
Fakat içimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi: başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün karargahı ile beraber esir olmuş...

Keder insanı öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim.

Türkleri Büyükada Yat Kulübü’nden kovmuşlardı. Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içlerine sokulabilmişlerdi. Bunlar, o akşam cezalarını çekmişlerdir. Çünkü kulüpte, Mustafa Kemal'in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlatılıyor ve Türkler’de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyordu. Ada sokakları, çoluk çocuğun çığlıklarıyla geçilmez bir hale geldi.

Ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arayarak sabah ettik. İlk vapurun en görünmez köşelerine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.

Bütün Türkleri, yas içinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokakların hepsi, şu veya bu muhipler cemiyeti üyeleri mi idi? bizimkiler utançlarından evde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışanlar ne idi?

Meğer bütün karargâhı ile başkomutan Mustafa Kemal değil, yunan başkomutanı Trikopis esir olmuş...

Size, kalbin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu yukarıda söylemeseydim, burada söylerdim. Bir çocuk gibi sıçramaya başladım. Habere, havadise, telgrafa koşuyorum. Yunan ordusunu yok etmişiz ve İzmir’e iniyormuşuz.

Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk.

Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sen ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim.

Konuşmak için dilim, yazmak için kalemim tutuldu.(...)

Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu batının, vicdanlarımızı ve kafamızı doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 ağustos zaferine borçluyuz.

"Akşam"ın ilk sayfası için koskoca bir klişe hazırlamıştık: "elhamdülillah, İzmir’e kavuştuk!" kapıları açmanın imkânı mı var? Gazeteyi pencereden akıtıyorduk. Alan, yüzüne gözüne sürüyordu.
..."

Falih Rıfkı Atay, Çankaya

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Üç Gün Ara Ver...

Gözle görülebilir bir anda vazgeçtim varlığından, hediyeydi bana gelen öyle olmasını, öyle kalmasını diledim. Olmadı...

Her gün dileğimde sarkıt ve dikitlerle oluşacak bir mağara vardı, göz kamaştıran. Çelik bariyerlerle kurulan bir gökdelenin boyumu çoktan aştığını gördüm. Kişi sevdasını başkalarından kıskanır bazen, ben kendi sevdam içinde kendimi kıskanır hale dönüşen adam haline geldim.

Harflerimden küçüktüm, cümlelerim korkutuyordu, yazamamanın kalabalığında boğulur olmuştum bu bitmek bilmeyen sesler sedalar canıma dokunur bir hal aldı. Rüyalardan yorgun uyandım ve ölüm olsa ucunda yazmak gerek dedim. Önce kendi tarihimi sonra seninkini...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Yüksekten Düştüğüm Rüyalar


Farklılıklar düşlemiştik rüyalarımızda, hayallerimiz olacaktı küçük bir evin mahzeninde sakladığımız ve çıkaracaktık onları yalnızca misafirler geldiğinde. Bir pırıltıya ihtiyacı olacaktı tüm dileklerimizin. Gelecek, geldiğinde el koyacaktı pırıltılarımıza "güzel bir gelecek" reklamlarında kullanmak için.

Aydınlıklar düşlemiştik, gözlerimizin kamaşacağı, birbiriyle yarış halinde olan, bastıkları her adımda notaların kıskandırdığı. Yürüyüşler görecektik yeşilin içinde maviye varmak amaç olacaktı ama biz yalnızca güzele varacaktık en sonunda.

Karanlıklar yoktu işin içinde, maziden gelen yaşlı bir neferin alıp getirdiği... Emanetler yoktu, sorumluluklar değildi içimizi burkan. Gözlerimizde hissetmemeliydik tuzu yakan denizi, ağır bir orman dikilmemeliydi midemizin tam ortasına yumruk yemiş bir ağrı eşliğinde. Gece hiç bu kadar ağır olmayacaktı.

Özlem, yalnızca fon kartonuna çizilmiş anaokulu afişlerini eve götürürken sarmak istediğimiz paket lastiğine karşı olacaktı. Arayıp bulamayacak, dertlenecektik. Özlem, sevdiklerimize karşı olmayacaktı, sevdiklerimiz bir yanımızda dünya ise hemen başucumuza soyup koyduğumuz portakalın yanında...

Dileklerimiz olmalıydı, yalnızlığımız değil. Sevgimiz olmalıydı, mantığımız değil. Kaybeden olmayacaktık, bulunan olmaya razı olmak değil...

6 Ağustos 2010 Cuma

Oyun Hamuru İsteyen :)


Daha önce ki yeniliğimizi "Kuru Boyalandık" başlığında vermiştim yine bir yaz günü. İşte yine bir yaz günü ve bu sefer ortaya en çocuksu yanımızı çıkarmak kalmış olsa gerek ki bu sefer de elimizi hamura buladık.

Umarım değişikliğimiz beğenilir hoşa gider. Her sefer söylediğim gibi Emel'in bu tasarımın ortaya çıkmasında ki emeğini de hala unutmadım. Herkese teşekkürler.