30 Ağustos 2009 Pazar

Kimin Zafer Bayramı ?

Geniş arazide yürüdüm...

Yazın bu en sıcak günlerinde tarlalarda sınır otlarını gördüm, öyle sıktılar ki düşünmeden edemedim: hak, hukuk, miras, vaad derken toprak ne çok bölünmüş, bir kaç çatışma onları sınır arazilerinde ki otların kapladığı alandan daha dar hale getirmiş.

Ucu bucağı belli belirsiz yürüyüşüme devam ettim, yollar gördüm biraz ileride ki kentin içlerine doğru; toprak yol devam ederek asfalta dönüşüyordu, farkettim ki asfalt olan yerin mahalle ismi de farklıydı, hizmet konusunda bir bölünmüşlük yahut yarına atılmışlık var heralde dedim, düşündüm sonra daha fazla düşünmemeye karar verip yürüdüm.

Bir kaç insanla karşılaştım yolda kimisinin tepeden bakan gülümsemesine, kimisinin yenilgisinin ardından yazgısına sarılışına, bir kısmının da her kaybedişinin arkasına sakladığı kara bahtım, kör talihim diye kalıplara döktüğü yüzlerle karşılaştım. Düşünmeden bir topluluğun arasında buldum kendimi almış yürümüş bir hoyratlık ardında çatışmalar kavgalar gördüm. Anladım ki bu aynı havayı soluyup aynı topraklarda yaşayan halkta toprakları gibi bölünmüş. Bölündüğü her yerinden de yaban otlar bitmiş. Kimisinin aklına kendinden olmayanların kurduğu planlar girmişte onu umut bellemiş, kimisi ardını dayadığı söylemlerin geçerliliğine inanmış körü körüne de çıkışı bulacağı yolun çok gerisinde kaldığını görememiş.

Anladım ki şimdilerde bu ülkenin bağrına dayanan hançer, toprağından, tarımından, sanayisinden, düşüncesinden çok insanını bölmüş parçalamış. Zihnine sokulan düşmanlıkların esiri haline gelmiş.

Bu toprak bölünenlerin yaşadığı toprak olmadı asırlardır, bu ülke aynı havayı soluyup, birbirine düşmanlığını yine bu havaya soluyanların yaşayabildiği ülke değil, bu ülke 30 Ağustos'ta zaferle süslenen ülke değil. Mustafa Kemal'in bağımsızlık, bağımsızlık! diye her adımında sesini dinleyen topraklar bu çorak düşüncenin içinde değil...

Zaten,

Düşmanlığı yurt edindiysek,
Kin soluyup nefret sarfettiysek,
Her fırsatta bölünmeyi fırsat bildiysek,
Hatta gün gelipte,
Mustafa Kemal Atatürk'ten vazgeçtiysek,

Bu ülke de artık bizim değildir...

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Okyanusta Taştan Yuvam


"Kaç kere ölmemişiz, kaç kere sormamışız, bu kaçıncı dalgınlığımız
Yani kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız,
Ne ölmek, ne ansımak! sadece yaşamakla,
Tam öyle gibi.. Demeyin: eh, biraz yorulsak da.
Demeyin, sakın haa, yok şu kadar bir şey insanın sonsuzunda,
Biz şimdi ne yapsak, biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz
bilmiyoruz ya
Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla."

"Edip Cansever"



Yeni bir toprak kokusuydu duyumsadığım, bir tanrı olsam, ağlasam böyle kokardı sanırım yağmurların ardından öylesine bendendi duyumsadığım. Ama bir tanrı değildim ve "o" ağlamaya yeltenecek kadar zaman da vermedi gidişlerinin ardından zaten. Ben yine bekleyen oldum bir köşede "piyon", sıkılgan bir oyuncu devirdi şahını o yenilince ben de yenik sayıldım.

Saatlerden ödün verdim geleceğime saniyeler saklamak için de yine de başaramadım evrende kendimi modellemeyi. Belki bir hikayeden ibaretti de sonra filmi çıkınca beğenmedim. Öyleydi işte tam dalgalara açılacakken farkettim deniz benim denizim değil. Döndüm taştan yuvama bir elimde nefret bir elimde sevgi, vakit tekrar kabuğuma çekilişin habercilerinden, o muazzam gürültülü vakitlerinden biriydi.

Ben hiç okyanus görmedim... Gördüğümü sanmışımdır genellikle...

9 Ağustos 2009 Pazar

Kuru boyalandık



Değiştik ama gelişerek değişmedik... Yerimizde saymaktan mutluyuz da şu tasarımda biraz değişiklik yapalım dedim. Boya kalemlerimi sevdiğimi bilenleriniz var zaten yanımdan eksik etmem bir çok zaman, bilmeyenler de hemen çocuk olmakla suçlamaya başlamasınlar, zira "size ne?" demekten artık pek sakınmıyorum. Derim yani...

Baktım ki çok bilgisayar ürünü durmakta bizim güzide logomuz (Emel'in emeğini asla unutmadım) dedim ki kuru boyalarımızla oturup baştan yapalım şu güzel anasayfamızın en çok görüntülenen öğesini. Ve çalıştım, boyadım, çizdim, baktım ettim ortaya güzel birşey çıktı. Umarım beğenilir efendim beğenilmezse eskiye döneriz tabi sorun da değil ama güzel oldu derim ben...Evet...

Bir sonra ki notadan korkmak...


Piyano çalabildiğim günler geldi aklıma yeni yarattığım rüyaları görünce. Notasız çalışmayı severdim sıkıldığım zamanlarda ve tehlikeli bir heyecanı vardır sevdiğiniz şarkıları çalmanın. Bastığım notanın doğru olması yetmezdi ardından basacağınız da güzel olacaktı kural bu. Çoğu zaman yenilsem de tuşlara ve tınılara kazandığım bir çok ezgi oldu. Sonra zamanla kayboldu, kimisi unutulmadı ama duyulmadı da...

Şimdi bazı medikallerin ötesinde ki ruh seanslarım var kendimce yazdığım, kendimce konuştuğum ben olduğum duygularımı bulduğum ufak, minik yön göstermeyi deneyen yeni dünyalar. Belki yeni heyecanlar hatta. Yıllar sonra yeniden görünmez bir piyano üzerinde geziyor sanki parmaklarım, yanlış yapmaktan hatta yapmış olmaktan korka korka güzel ezgiler tadıyorum, sonra bir başkasını görüyor gözlerim. Gözlerim korkuyor, endişe ediyor, susuyor, konuşuyor...konuşuyor...konuşuyor.

Korkusuz bir yolculuk bu benimkisi önüm arkam sağım solum çoktan sobe olmuş. Ben oyun bitmeden hava kararmadan en nadide oyuncumu görmek istiyorum. Kendini göster lütfen... Göster ki söz vereyim dibinde beklediğim ağaca, söz vereyim üzerinde koşturduğum toza toprağa, ama senden bir söz değil istediğim, yıllardır nefret dolduğum yollara bırakacaksam gözlerimi emin olmalıyım bir kez olsun senin en nadide oyuncumun saklandığı yerde hileli bir oyunun bitişine gönül verdiğine...

Lütfen...

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Güneş Dünya'nın diğer kısmını aydınlatırken...



Son saniyeler.... 3.2.1...

Yayındayız.

"Evveeet sayın dinleyiciler." gibisinden bir yayın yapıyor olmasam da ufaktan özgürlük kokusu alabileceğiniz bir okyanusu, deliler gibi koşmak isteyeceğiniz aslan kaplanla dolu bir safari meydanının heyecanını, marsın kuytusunda bir uzaylının "gel bak ne göstereceğim" dediği mağaraya kafamızı uzatmak kadar gizemli bir havayı size yollamaktan gurur duyuyorum.

Yeni insanlar tanımak, tanışmak gibi trendlerin, dansların ve sevdiğiniz insanlarla geçen güzel gecenin ardından eve yürürken sadece "disınıseeen" diye mırıldandığınız şarkının eşliğinde çevreden gelen saçma muhabbetleri dinleyip "kih kih" yaptığınız ilginç zamanlar bu yaz günleri. Sabahları sesini duymanın okul günlerini hatırlattığı TRT'de farkettim ki artık "Demirbank iyi günler diler" cümlesi yok, nostalji yapamamış olmayı sorun etmeyerekten kışın açılan radyo gibi yazın da uyanır uyanmaz bastığım şey oldu fanın artık tutmamak için direnen düğmesi.

Bu sabah kahvaltı benden deyip bisikletime atlar atlamaz anladım ki geçen akşam tamir ettiğimi düşündüğüm frenleri cidden tamir etmişim, ne büyük sevinç anlatamam keza artık kaza yapmama imkan yok çünkü tekerlekler dahi dönmüyor. Hızlı bir aktivitenin de ardından frenleri komple çıkardım. Özgür olduysan tam anlamıyla olacaksın frene bağlı yaşarsan ne manası var. (Bisiklet kazası olurda ölürsem bunu alnımın çatısına yazdırın.) Zar zor değil gayet uça uça geldiğim evde kral gibi kahvaltı da yaptım, hatta Ankara için midemde stok bile hazırlattım. Açlığım, üzüntülerim, derdim, kederim, lanet yollarım, sevdiceğim insanlarım(!) iki ay kaldı çok özledim(!). Bilemezsiniz...

Kendime Not: Olurda yine melankoliye düşersen bir zahmet silme şu yazıyı. Geçen en az 30 tane yazıyı böyle bir durumda katlettin aman diyim. Dursun ya. Hep mi ciddi yazacaksın ?

Size Not: Yazıda geçen "disınısiiin" denilen şarkı Fall Out Boy isimli pek sevgili gruba ait "This Ain't A Scene" isimli parçaya aitmiş. Yani "disınisiiin" direk parçanın ismi. Yoksa benim ingilizcem iyidir, ayrıyetten güzel şarkı rastgelirseniz dinleyin. Hadi bakalım...