29 Eylül 2008 Pazartesi

Korkuyorum...


Evet başlıktaki gibi...
Belirtemediğim gibi...
Belki olur da söyleyemem gibi...

Şimdi vakit bu ve bunun heyecanını bunun korkusunu yaşayacağım...

Ve elbette yaşayacağım hüznünü de...

Her güzel şey bitmiştir,bitecektir...Bu da bitecek diye üzülmemeliyim şimdiden ama biliyorum. Gene bana kurban gidecek hayatlar duygular... Çimenlere gömdüğün duyguları ben alır yoluma devam ederim. Sonuçta üzülen ben olmak umuduyla geleceğe yazdığım bir mektubum olsun bu. Ne kadar güzel de olsa günler geceler hüzün kaplı dışa bakan gözlerim, karamsar bakışlı iç gözüm...

Üzgünüm... Gelecekte olacaklara...

Bir nevrotiğim aynı zamanda hastalığını bilen hastalığıyla eriyip giden...

Böyle gecelerde kaybettim geleceğe umudumu böyle geleceklerde yok ettim umudum olacak günleri... Üzgünüm. Affedin...

27 Eylül 2008 Cumartesi

Günümüz Türkiye Siyasi Yapısında İdeoloji -2-

Düşüncelerim gerçekle hayat bulmaya başladığı için konuma artık devam edebilirim diye düşünüyorum. Zaman dediklerimi uyguluyor ve bir dev ayaklarından yıkılıyor.

ABD'deki bu çöküşün ardından bizim daha önce tanımını yaptığımız ve benim tanımlamamla ismini belirlediğimiz "sabun köpüğü solcular" bugünlerde açıklamalarını yapmaya başladı. Amerikada Sosyalizm, o la la! diye gezinmekteler. Ekonomiye siyasete ve devletsel yapılara bu kadar sığ yaklaşan bir zihniyet elbette işlerin başından değil kulaktan dolanıyla yetinecek. Partizan mantığıyla sağa hücüm sola hücüm edenler her sefer olduğu gibi yanılacak yine akıllı olan kazanacak. Benim öngörüm açısından baktığımızda yılların temellendirilmiş kapitali onca yıl kök saldığı ABD topraklarından kolay kolay ayrılmayacak. Hele ki kimilerinin idda ettiği gibi Rusya yeni süper dev olmayacak. Ancak şunu söylemek gerekir ki aynı birinci dünya savaşı gibi bu ekonomik krizden karlı çıkacak olan yine Rus ve müttefiklerin kuvveti olacak. Tarih bize her seferinde doğu kültürünün kriz yönetimindeki başarısını gösterdi. Ruslar Avrupalılaşmanın son ucunda bir doğulu bence. Ve dipnot değil yazının içeriğine ek doğulu deyince geri ve yobaz kültürler gelmesin aklına o bize özel araplaşmanın nadide bir ürünü. Rusya bugün baştan başa sadece üniversiteleriyle bir sanat devi.

Peki Türkiye ne olacak ? Medyanın yönetimdeki üstünlüğü ne kadar devam edecek ? Bugünlerde yaşanan endemik bi olay acaba genel-geçer bir olgu halini mi alacak ? AKP'nin güvenini kaybeden kitleler kimin elinde şekillenecek? Ergenekonla sıkıştırılan sadece 30-35 kişi mi yoksa içeri tıkılan kitlelerin gücü mü ? Bu güç ne kadar kuvvetli ne zaman bu kuvvet parlayacak? Hepsinin cevabını birlikte bulalım. Kaldığımız yerden devam.

Türkiye yıllardır ABD'nin etkeninde yaşamaya alışık bir devlet bildiğimiz kadarıyla kendi kendine yeten bir ülke olmaktan 1950'lerde yine bir kriz ardından vazgeçtik. Kimi zaman kafamız attı Rusya'ya yüz çevirdiysek te rotamız yine hep ABD politikası ve ABD ekonomisi bu sebeple de eşgüdümlü yönetim olduğumuz söylendi yıllarca. ABD'nin liberalizminden hamburgerine kadar herşeyi aldıktan sonra birde bakıyoruz ki bizim büyük dev sallantılarda başımızı yasladığımız ne kendisi kıpırdayan ne de bizim kıpırdamamıza izin veren ABD ekonomisi yıllar süren savaşlar halkın itaatsizliğe yönelişi ve nihilizm-pragmatizm karışımı yaşayan halk varlığı sonucu ekonomi tarihin tekerrüründe,tereddütler içinde yeniden devletin ellerinde. Türkiye krizi henüz yaşamadı açıkçası krizlere alışkın olan halk bunu hissedebilecek mi oda meçhul (bize her gün kriz) elbette yeni kepenkler kapanacak hisseler bir uçacak bir dibe vuracak. Yönetim bugünlerde krizin çıkmaması için yeni gündemler yaratma yolunu tercih ediyor. Belki de ergenekonun nihai amacı bu olsa gerek. Burada gülüyorum bu cümleyi ciddi olarak kurmadım ama olur mu olur.

İşte yine bu gündem tartışmalarının gündem değişimlerinin geçirdiği hızlı günlerde bir olay yaşandı. Bir düello. Daha önceki yazı başlangıcımda da belirtmiştim medya yönetiminde olan ülke örneğinden ama bu kadarını ben dahi beklemiyordum. Ciddi anlamda meclis koridorlarından bir düello tüm reytinglerin önünde yayınlandı. Ben bu yapıyı incelemek için ikiye böldüm. Anayasa ve yasalarına güvence kalmamış bir ülke artık sadece ben halka bırakıyorum deme gafletinde bulunan politikacılara tutunarak başarılar getiren hükümetler, halktan gelen desteğe inanmayan bir diğer politik grup ve bunların nasıl geliştiğine anlam veremeyen hantal işleyen ve yanlış kararlar verdiğine inanılan güveni alaşağı olmuş bir adalet sisteminde tartışılan biçim. Bu ilki bizim ülkemizde geçtiğimiz günlerde yaşanan medya önü düello olayının biraz daha ağırı belki de ama yaşadığımız tam olarak buydu. Bir de diğer tür var. Politik partileri şekillerini oluşturmuş ırkçı olduğu ileri sürülen partinin dahi siyasete girerken Irkçı Parti gibi bir isimle girebildiği şeffaf bir sistemin varlığında medya desteğinde adalete güvenilen ortam üzerinden medya desteğiyle yürütülen halkın politikaya katılışını arttırmak güdümlü eğlenceli seçmen aktiviteleri. Bugün bunu en basit haliyle Almanya seçimlerinde ve ABD seçimlerinde görebiliriz hatta ABD seçimler için Youtube bile resmi olarak kullanıldı. Maalesef Türkiye'de durum bu kadar ilerlemedi ve şu an bizi olası bir krizden kurtaranda gülünecek şekilde cahilliğimiz. Krize sebep bulamıyoruz ve kriz bulamıyoruz günden güne fakirleşmemizi ise bir türlü anlayamıyoruz.
Baştan sorduk bu endemik olay genel-geçer olur mu diye. Yeni bir haber geldi. Baykal, Erdoğan'ı medya önünde tartışmaya davet etti diye. Medya adalet değildir bizlerde yargıç değiliz. Politikanın magazinleşmesi ise hiç komik değil.

Her ne yolda olursa olsun AKP resmi ya da resmiyet dışı raporlarda bir yenilgi altında olduğu görünüyor. Üstüste kaybedişler stresler ve saldırı reflekslerinin artması onları daha hızla dibe doğru sürüklemekte. Onu destekleyen kabileler ise şaşkın ve siyasetten daha bir kopuk. Büyük ihtimalle kendisine büyük payı veren aslanın peşinden gidecekler seçimlerden sonra da aslan ekmeğini yine ait olduğu yere yerleştirecek. Umudum AKP'ye zamanında oy vermiş bilinçli bir kitleninde var olabileceği umudu. Belki bu sefer varolan bilinci daha akılcı kullanabilecekler. Son ergenekon dalgasının ardından AKP sıralarından bile yükselen sesler bir yanlış gidişin habercisi son dalga ise ne kadar arkasından gülenler olsa da ilk dalgadaki gibi tehlikeli birini içeri soktu. Arkasında en az bir milyonu toplamış bir medya patronunu, yeni bir politikacıyı içeri soktu. Evet kimisi onu dikkate almasa da Tuncay Özkan kendine uygun kimliği CHP'nin köhneliklerinde bulamayanların umudu oldu ve her sözünde ve her hareketinde de bunu başardı. Satış işleminin bir dolandırıcılık olmadığını da kanıtladıktan sonra yoluna devam ederken bu seferde tutukluluk hali ve basına yansıyan bitkin görüntülerin kışkırtıcı yapısı.

Bu gece için parmaklarımda cidden derman kalmadı. Çok daha fazla ayrıntıda çok daha şeyi anlatmak için biraz daha bekleyelim. Anca farkındaysanız kızgın,kızdırılacak ve kızdırılan kalabalıklar fazlalaşıyor gün be gün. Türk siyasi tarihi yorgun binlerce dönemden geçti elbet bundan da geçecek ancak sonuçların köklü olacağına kesin gözüyle bakıyorum.

"Cehalet hiçbir zaman bu kadar cüretkar olmamıştı..."

26 Eylül 2008 Cuma

Yine yalınlığa bir yazı...


Hafif, hafif,hafif....
Hafiflik çok ağır!
"Fidelity"

Kat kat bir aralığın ardından birden çıktığınızda ne hissedeceksiniz. Kaç kat siyahtan sonra beyazı gördüğünüzde ilk başlarda mutluluk vermeyecek belki. Beyazın üstüne renkli çizimler yapıldığını keşfettiğinizde beyaz romanslar göz yaşlarınızla ıslanmış buruşmuş belki de yırtılmış olacak. Sizin için umudum kendinize yer ayırıp herşeyi kendi elinizle tekrar karartmadan hayatın resmini çizebilmek süreniz bir ömür. Modeliniz gözyaşları.

Sonra platonik damlalar gelecek eskimiş ve yaşlanmış hisseden beynimize, belki yine bir pürüssüzlük kaplayacak aşk sanacağız gene o bulanıklaştıran gözlükten gözükenleri. Son bulanıklıksa gözlüğü çıkardığımızda gözyaşı damlası olacak belki yine. Platonik damlalar güzeldir derim yine ben Platon'a göz kırparak. Sonucu olmadıkça güzel bir serüvendir onu yaşamak. Hem acı verdir kıvranma vardır hem mutluluk vardır gerçekten sonu gelmeyecek bir sevginin kalbe doluşu vardır. Hayata dair ne kadar çok şeyler yazıyor insanlar. Bunlardan biri olsam yazsam yazıtlarımı kim okur diye merak etsem... Kendime yazıyorum yine farkındayım...

Estetik,simetri,pürüzsüzlük birer kutsallık hayatta... Şşşş sessiz ve yavaş yürü hiçbirşeyi yerinden oynatmadan bozmadan çizmeden karalamadan yürü,... yürü ve geç hayatımdan...

23 Eylül 2008 Salı

Makul olun güzel oluyor...


Hadi bakalım...

Yoğun bir gün değildi hatta istediğimce yaşadığım güzel bir gündü dahi denilebilir. Hastayım, yorgunum ama kırgın ya da kırılgan , üzgün ya da üzmeye yönelik bir durumda da değilim. Aksine iyiyim olabildiğince. Hatta bugün politik bir günümdü birazda sabahtan akşama dek daha önce hiç tanımadığım insanlara karşı kendi görüşümü kabul ettirmek için savaş verdim. Ve sanırım kesin bir şekilde söylemeliyim ki bunu başardım hemde hiç hata yapmadan. Derim ki ilk önce gözlere bakın ve mümkünse bu haldeyken gözlüğünüz gözünüzde olsun. Tavsiye...

Yeni furyaya henüz dahil olmadım. Belki de teknolojik kişi ünvanımı da kaybedip daha sosyal bir hayat kazanıyorum ama evet daha çift hatlı bir telefon sahibi olmadım. Bugün deneme fırsatım oldu sevmedim. Şimdi bi i-mate Pda bi biricik C55im var yanımda. Ve yıllardır özlediğim güzellikteler... Sessiz ve sakin. C55 sanırım bugün yerinden bile kıpırdamadı. Özlediğim hayal ettiğim buydu güzelliği tadabileceğimden emin değildim. Evet güzel bir duygu. Yalnız kalmak, kendinize vakit ayırmak bence bu hepimizin ihtiyacı olan bir duygu.

Makul olmaya çalışıyorum. Dün birazcık iyileşeyim bisiklete binerim oh oh gezerim dedim. Bugün kısacık bir arada hemen değerlendirdim bunu. Mükemmel :) Makul olun yaşam böyle güzel...

not: Merak etme yazmayı bırakmak düşüncelerimde değil. Sadece kafa dinlemeyi biraz abarttım.

Nereye gider yollar ?

Yazamıyorum...Kendim için bile....Hey!! . O da ne ???

18 Eylül 2008 Perşembe

Kırmızı Tospaa


Ne kadar zaman geçti mutlu olmayalı. Bir papatyanın açması süresince sanırım. Zaman kavramım böyle bugünlerde papatya açasıya DVD yazasıya... Fırında kurabiye pişirirsem bir gün onu da zaman kavramıma alacağım. Ama güzel bir gecenin sonu için tospaanın sahibine teşekkür ederim. Yazmak istememiştim bu gece ama mutlu olmaya karar verdim.

Teşekkürler.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Yeniden Dene...???


Yol...

Artık bir yaşam şekli gibi görünmeye başladı yollar gözümde.

Her çizgide bir anı bırakıyorum otobüsün uyumaya engel düzeninde. Farklı anıları siliyorum aklımdan her mola yerinde. Zaten artık hiçbirşey eskisi gibi canlı değil. Hatta renk bile hatırlamıyorum yollarda geçen zamana dair.

Eskiden sorardım kendimce televizyondaki siyah-beyaz filmleri gördükçe, hayat siyah-beyaz mıydı o zamanlar ? Galiba bunun cevabı evet. Siyah- Beyaz dışında renk yok hayatımda. Hatta rengi kaçmış bir televizyon gibi siyahın tonlaması da yüksek artık hayatımda.

Yol yapıştı üstüme..Fakat yakışmadı gereğince. Hala küçük müyüm ? Hala çocuk muyum bir yerlerde? Kopyalanabilir miyim acaba istesem, yeniden yaratabilir miyim kendimi ?Çok özledim eski renkli beni. Yol var üstümde ben onun üstünde gittiğimi sanarken...


Burada bitsin mi hikaye
Başlasam mı yeniden her şeye
Yine tanrı mı olsam
Yaratsam mı kendimi
Ateşle havayla suyla mı
Yalnız eniyle boyuyla mı
Neyle kursam
Boş mu versem tanrılığa
Bir başıma otursam
Ne ateş ne hava ne su
Ne en ne boy
Ne Habil ne Kabil
Ne soy
Ne ben ne tanrı "

Bülent Ecevit

16 Eylül 2008 Salı

Sahte Dudaklarda, utanmaz gülüşler...


Evet, geri döndünüz...

Utanmadan, çekinmeden , arsızca...

Dönüşlerinizin yarattığı o anlık "ne?" cümlesi bir kaç saniyelik içimde tıkılı kaldı. Bir süre sonra da söylemek anlamsızlaştı...

Geldiniz,

Tekrar, aynı yüzle , aynı huylarla...

Değişimden söz etmek mümkün değil sizin adınıza farklılık yaşamınızın sadece kahpe geçinen anlarında. Utanmadan yaşadınız bu sahteliği ve utanmadan kurban ettiniz ruhlarınızı arsızlığın tanrısına. 

Bu yazı kadar değer bile çok size. Kendi zehrinizde yok olacaksınız bunun bilinciyle yaşamanız dileğiyle....Sahte gülücükler dudaklarınıza yapışmış. 


Neredeyim : Yine Ankara çok kalmamak gibi bir düşüncem var. Buralar çok değişmemiş hiçte özlenmemiş yerler.

Nasılım : Şaşkın, gerçeklerden haberdar.

Ne yapalım : Yaz bitti, 12 puntolu yazılarınızın arasına mutlu bir dönüş için elinizden geleni yapın.

14 Eylül 2008 Pazar

Tesadüfen doğduk.Mecburen yaşıyoruz...


Dur dur dur...

Geldiğin yerlere benzeme burası nerden geldiğini bilmiyorsan bile bilnçsizlikten bile kötüdür burası.

Hiç içine aldı mı ki bu dünya seni içine.

Tahmin etsene aynı yıl içinde uzaklardan geldiğin arkadaşlarından kaçı satacak seni kaçı öldürecek kaçı senden medet umacak veya yaralayıp bir sokak köşesinde bırakacak.

Bir düşünsene kuracağın hayalleri, en genç zamanlarında izlediğin hayallerin sadece o kutuda kaldığını anladığında ve bir gün bu hayallerinin suya bile düşecek gerçeklikte olmadığını anladığında ne kadar kırılacak o galbin.

Dizlerin kanadığında bir damla akacak yaşın, gözlerini hissetmeyeceksin ilk canlı varlığın uykuya dalmasıyla bir daha uyanmayacak olduğu gerçeğini tattığında.

Dur dur dur...

Gelmek için erken dönmek içinse çok geç...

İyi bakalım büyü. İlk öldürücem kendimi dediğin anda gülüşmeleri duyarsın uzaklardan ve hayır, orda bir hata yaptın kötü de olsa seviyorsun yaşamı.

Mucburen, meeecbuuren mecburiyetten de olsa ömrün tadacak en güzel duyguların ardından gelecek yegane büyük acıları. Acılar büyütecek varlığını ama sen küçük kalmaya özlemle hiç büyümemiş olmayı dilerken bulacaksın kendini bembeyaz saçlar içinde.

Gel sende gel...Dur dedim dinlemedin ya... Zor da olsa tesadüfen varlığını adadığın hayatta mutluluğa erişeceğin günleri bulmak adına inadına yaşam deyip mecburiyetten yaşayacaksın...Bir yandan da alışacaksın yaşamaya herşey çok gerçekçi olmasa da...

13 Eylül 2008 Cumartesi

Sizin hastalığınız bu,

"İlgisizlik,
Sizin hastalığınız bu,
körsünüz sağırsınız,
Hepinizin, propogandalarıyla gözlerinizi boyadılar."
"La Finestra di Fronte"

Karanlıklarda hapsolmuş ruhlarınız ve birbirinizi katlederken aydınlanmış karanlığınız varlığınıza mese yapmışsınız duyguları. Bakmadan kara tahtada yazanlara fikir sahibi olmuşsunuz bir anda gelecekten kalacaklara. Geçmiş duygularınızı etkileyememiş hep bir istek hep bir yakarış hep bir "hadi ya" doldurmuş içinizi. Bol ünlemler katmışsınız hayatınıza. Ve noktalama işaretlerine ihanet en çok ınu sevmişsiniz virgülle devam edecek bir yazıya onunla son verirken. Son verişler almışsa da hayatınızı bir ilkokul çocuğunun ki kadar bile sürmemiş yalan özürleriniz. Hayatı günlük yapraklarından ayıramamış. Yakarak yokedilen zamanlara inanmışsınız. Gözler karanlık saçlar karanlık ve karartmışsınız içinizdeki yeşilleri gökyüzünün mavisi gözlerinizide morarırken. Havaya siyah dumanlar saçarken bacalar evlerden.Karmaşada siyah bir düz, metalde çürük bir boyalı parça, hoş ışık oyunları oynayan delinmiş ozon...

Siz yoksunuz belki de... Varlığınıza inanmadığınız yerlerde dolandığınız gibi hayal ettikleriniz de biraz kendini beğenmişlik belki de . Yazara da konuşur eleştirir diye beklerdim bir süre belki de. Ama yazım sonlarını vururken kıyılardaki dalga kıranlara farkettim de böyle bir çabayı bile beklemek çok olur sizden. Eleştiri değil yergi, söz değil küfür, arkadaşlık değil mezar bekçiliği olun ancak yapacaklarınız.

Hayattan her şeyi beklerim kötü haberleri daha çok, tüm kötü haberler adıma postalanmış iadeli taahütlü bir pul var üzerinde beni bulamayınca geri dönüyorlar....

7 Eylül 2008 Pazar

Bir varoluş biçimidir....


Hayat beni öyle özledi ki saçma saçma konuşmaya başladı...

Anlaşılmaz olup Televizyon ekranlarına çıktı...Kapattım...

Hayat ölüm olup gözükmek istedi...Cesaretim yok dedim...

Sevda olup pencereme geldi... Duvarlar yokken pencereler gereksiz dedim... Gitti...

Bu akşam belki farklı olur dedi. Sabahı iple çektim...

Hayattan kaçılmaz dedi... Olduğum yerde durdum yakalayamadı.

Gözleri kıpkırmızı karşıma çıkıyor herşey, herşey daha bir anlam kaybediyor ben anlamlanırken. Ne yapacağım, ne için yapacağım sanki boş bir eylem benim için artık. Eski dostlara baktım da çökmüşler değişmişler... Hayat dedi ki tanıyamazsın. Benim eserim...

Anladım ki hayata gülmeyen ondan kaçan ama eninde sonunda ona teslim olanların hali bu oluyor. Dağılıyor yıkılıyor ve hayatın ona biçtikleri rolde yaşıyorlar. Hemde nasıl biliyor musun ? Bahaneler üreterek. Bu böyle ama zaten ben buna uygunum diyerek.... Yazık olmuş anlayacağın..

Şimdi Cd-Rom'u açtığımda karşıma çıkan,

Eski kitaplarımın arkasında saklanan,

Anı olup duvarıma yapışan,

Arkadaş olup yanımda duran,

Ve bütün bir çoşkusuyla beni kucaklayacak olan bu yaşam benim!.

Yaşam, hayattan kaçma biçimidir. Tuna, bu sanatın farkına yeni varmış olan birisi.... Artık biraz daha güçlü... Doğarken de tek başımaydım, bir kere başardım yine başarabilirim. Evet...

6 Eylül 2008 Cumartesi

Can bu, insan bu milletler güreşi değil ki...


Günümüzde kavramlar her dakika kan kaybediyor. Binlercesi sözlükte dahi kendilerine anlam bulmakta zorlanıyor. Bunlardan birisi de milliyetçilik. En temel haliyle mülkiyetle birlikte ortaya çıkar bu kavram. Bir şeylere sahip olma isteği ve bir şeylere sahip olan insanlarla grup olduğumuz zaman. Bir duyguya bir birlikteliğe sahip olduğumuz an çıkar. Fakat içi boşaltılan tüm kavramlarda olduğu gibi, yobazlıkla eşleşen de birçok kavram var. Yine bunlardan biri de bu türden dayanaksız ve sakatlanmış açıklamalar elbette.

 

Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeni’yiz sözünü daha ilk duyduğum saniye aklımda anlamlandırmışken. Evet, bu ne akıllıca bir tepki diyebilmişken ilk önce insanımdan duydum bunu yadırgayan davranışları. Daha “Hayat Bilgisi” kitabından bile önce başlayan Mustafa Kemal’i adam gibi tanıyamamışlardı belki de. Ve hiç utanmadılar yaptıkları her köhne ve saçma açıklamalarda. Ermeni dölleri, pis yalakalar, X’in uşağı, y’nin köpeği derken. Sözde milliyetçiler raylarından çıkmış oraya buraya saldıranlar olduklarını fark edemediler fark etmeyecekler. Hala sokak kavgalarında kızları mahalle mahalle bölerek büyüyecek, kendi soykırım efsaneleri arasında toptan tüfekten silahtan bunların güzelliğinden bahsedecek. İnsanlığın farkına varamayıp adeta kendisini İnsanüstü bir yaratık olarak tanımlamaya gidecek ve bir medeniyetin karşısında fark etmeden duracak. Utanmadan…

 

Kimisi okuyacak, okuduğunu anlamayacak anladığını yanlış anlayacak ve gündem karmaşasında yüzeysel açıklamalar yapmayı deneyecek. Ben Türk’üm demek ona göre bir kişiyi öldürmenin güzel bir sebebi olacak. Ölen bir kişiye tepki göstermek onun hangi milletten oluşunu düşünmeden onu sahiplenmek ve bunu yapan bizden değildir demekte yine bana ve beni anlayan birkaç kişiye düşecek. Bugün bu düşmanlığı, bu aymazlığı, eli kanlılığı sadece bir insan düşünmedi, hayır sadece birden fazlası da düşünmedi, bugün bunu bir kısmı ülke yönetimine aday, bir kısmı ise zaten yönetimde olan partiler bile destekledi.

 

Hiç belirsiz aslında biliyor musun? Belki de bir Ermeni kurşunu vuracak beni belirsiz bir yerde. Ben yine de böyle düşüneceğim o anda bile. Çünkü bu ülkeye güvenen güvercin ruhlu bir insan öldürülmüşse ve bu haksızlığa yaltaklanan varsa bu yediğiniz inanın çok büyük bir … tur.

Umurumda olmayan bir yönetimin cumhurbaşkanı bir geziye gittiyse; onun arkasından bir tır dolusu da koruma gitmiştir korunsun diye. Ama yine aynı yönetim kendi topraklarındaki bir yazarı koruyamadıysa ve korumuyorsa da hala sizin gibi köhne kafalardan, bende derim ki milliyetçiliğin her türlüsünden nefret ediyorum.

 

Benim milliyetçi çizgim belli belki kendimi bildiğimden beri. Haksızlığın var oluşunda da fikrim böyledir. Evet, Türk’üm Türkçe düşünüyorum belki ama o gün “Hepimiz Ermeniyiz Hepimiz Hrant’ız” diyenlerle birlikte olamadığımdan dolayı da üzüntülüyüm. Bu maili görmek sadece beni o akıllı insanlara , o güzel insanlara katılamadığım için daha çok üzdü.

4 Eylül 2008 Perşembe

An...


İnsan kısacık yaşamında her şeyi göremez; ama
bakmak ile görmek, görmek ile anlamak, anlamak ile
algılamak arasında, ayrımları öğrenebilir.


Bu öğrenimle başlar mutluluk...


"Öptü beni: -Bunlar kainat gibi gerçek
dudaklardır" dedi.
-Bu ıtır senin icadın değil, saçlarından uçan bahardır
dedi.
"-İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde:
Körler onları görmese de, yıldızlar vardır. "- dedi."
İnsan kısacık yaşamında çok şeyi göremez; ama
her şeyi anlayıp algılayabilir.
Fransız Devrimi'ni kim gördü?
O devrimin içinde yaşayan kuşaklar mı?
Sanmıyorum.
Yaşanan an ile süreç; doğru ile gerçek arasındaki
çizgiyi de içerir. An'ı yaşarken sürecin bilincindeysen
gerçekten yaşıyorsun demektir; gerçeği bilip
de doğruyu seçersen, tam anlamında insansın demektir.
Bu, mutluluğun da tanımıdır.

1 Eylül 2008 Pazartesi

Hangimiz daha bilim adamı ? Geç arkaya....

Bugün yine her zaman ki gibi yola koyuldum. Tın tın gittim sürücü kursuma.Uzun bir ders kafam zor dayanıyorken, ilk yarıda çıktım tekrar. Yollara pek bakınmıyorum insan yüzlerini izliyorum günün telaşında kulağımda kulaklıklar. 5-10 saniye sonra aklımda canlandı. Bir yüz var duvarlarda, 14-15 yaşlarında OKS Tekirdağ 1.siymiş hazretleri. Kesinlikle düzenli ve planlı çalıştığına eminim zaten, bu gerçek aklıma gelince arka temaya dikkat kesildim. Einstein, Cahit Arf,Newton gibi ünlü bilim adamları var. Yüzüm tuhaflaştı kulağımda çalan Nightwish anlamsızlaştı. Bu ünlü bilim adamlarının dünyaya hizmetini bir Marie-Curie'nin ölümüne bilime gidişlerini, Nikola Tesla'nın bilim için ülke ülke sürgüne uğraması, tepelerinde engizisyonun nefesi varken bilim uğruna çalışmasını bu adamın sahte gülümsemesinin değil yanına, arkasına hapseden zihniyetten hiç hoşlanmadım. Benim, dersane politikalarından reklam şirketi çıkarlarından ya da başarının yüksekliğinden bir çıkarımım ya da çekememezliğim yok. Sonuçta bu adam daha lisede saçma sapan konularının altından sabah akşam ÖSS'ye çalışarak gene bir dereceyle mezun olduğunda ben çoktan bilim adamı olmuş olacağım. Evet bizim ülkemizde bu çok kolay.Bu adamın hayatı burada ne kadar yansıyor bilmiyorum ama Hacettepe Sosyoloji de okuyorum ben. Ve 3 sene sonra mezun olduğumda diplomamda hüzünlü bir şekilde Sosyolog yazacak. Bu beni bilim adamı yapacakmış. Siz ne derseniz deyin ben bir bilim adamından çok karikatürsel bir çizime benzeyeceğim. Türkiye'nin en iyi liselerinden birini okumuş, iyi bir puanla en iyi üniversitelerden birine girerek sözde devlet üniversitesinde yığınlarca para vererek iyi sayılabilecek bir eğitim almış. Diploamasına da bizzat devlet sosyolog yazmıştır. Ve sonra yine aynı devlet bu adamı işsiz güçsüz bırakmış bankada iş bulduğunda sevinçten havalanmasana sebep olacak detayları da ülkeye saçmıştır.

Bir Cahit Arf çıktıysa bizim ülkemizden. Arka planına eminim almamıştır Einstein'ı. Bir bilim adamına bir dünya insanına bu saygısızlığı anlamamı bekleyenler imkansızı istiyorlar. İstedikleri gibi düzeyli bir tartışma yerine de kavgayı tercih ediyorum bu sefer. Zira bıktım sessiz sakin kazanışlarınızdan; bilimi kimseye alçaltmam temeli salak bir sınavdan aldığınız başarıya da tek kuruşluk saygı duymam duyamam. Bir Tesla, bir Einstein çıkardığınız gün bu sözlerimi yiyeceğim. Hatta bir kamyonu bile yutabilirim sanırım. Çünkü Türkiye'de bu başarıya ulaşacak insanları görecek gözlere sahip değilsiniz... Sizin dersaneleriniz anlamsızlaşmaya prim verir, sizin basınınız Hacıtepeden Hacettepeye giden adamı halkının sevdiği ajitasyon kültürü içerisinde ancak dağlarda görüntüler sanki evi yokmuş gibi. Ondan sonra da adam sayar tüm bankalarda edindiği hesap numaralarını ekrandan sıra sıra... Hacıtepeden Hacettepeye, Cumhuriyetten Osmanlıya bir başarı öyküsü bu. Ne kadar alçalacak bakalım gülüşlerinize eklenmiş yobazlığınız.

Özledik mi ?


Nasıl özledik mi sevmeyi? Peki ya sevilmeyi ? Güzelliğe boyun eğmek hoş söze sevinmek mutluluktan ağlak olmak? Bunları özledik mi ?... Özlesende ne fayda acı veriyor eninde sonunda...

Güzelliğe, akla hatta yardıma ihtiyaç olarak doğmadı aşk. Sadece aynı ortamda bulunmaktı belki de başka seçeneği yoktu belki de ilklerin ya da aynı işi yaptıklarında ortak alan yetmişti. Ama hep boyun eğişti ya bu sevgi. O yüzden pek sevilmedi belki de benim gözümde. Başım dik benim beynimi de onlar kirletmiş ben yıkamışım zaten. Olmuyor o yüzden güzelliğe estetiğe saygı ve hayranlık duyuyorsam da bunların getirdiği mülkiyet duygusundan sahiplenme hissinden ya da cinselliğe duyulan en ufak özlemden dahi rahatsızım. Köle olmaya köle edinmeye karşıyım ve bunu da böyle görüyorum... Kendimi bir süre belki de ömür boyu kandıracağım...

Mantığımı devreye sokacağım; duygularıma sahip çıkacağım...