31 Mayıs 2009 Pazar

Mayıs Sonu Altı Renk

Gündüz vakti de kapımı çalıyorlar, bunu ilk defa yaşayınca ben de dedim ki gece yazan akşamdan kalma kedi bu saatte de yazsa normal karşılanmalı. Hiç olmadık bir yerden çıkıyor yine görüyoruz, biliyoruz, duymadan hissediyoruz.

Aklımızda bir kaç imge var dakikalar öncesi geçmişe dair, hatırlıyor mutlu oluyoruz. Ufak bir tebessüm ki en gerçeğinden, yansıyor yüzümüze bakışların kapalı göz kapaklarının ardından dahi anlaşılıyor uyanıyorsun rüya devam ediyor. Meleklere sardım ya zannederim cennete yolculuk var bekliyorum, zaman dolmak üzere dakikalar saniyeleri değil beni kovalıyor bilhassa tekmeliyor dahi denilebilir.

Korkuyorum, korkumda neşe var.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Uzaklardan bir masal ve Mayınlar

Baykal ve Bahçeli'yi muhalefette bir araya getirince dikkatleri çeken bir olay ortaya çıktı. Mayınlar...

Bilmeyenler için tekrarlamak gerekli: Suriye sınırında bulunan mayınlar bir nevi yap-işlet-devret modeliyle temizlenip tarıma kazandırılmak isteniyor. Peki, nereden çıktı bu mayın temizleme konusu? Ne oldu da Erdoğan'ın aklına bu düşünce geldi de ısrarla bunu mecliste görüşmeye açtı ve kabul çabalarında ısrarcı oldu. Gece Yazan Kedi'de birçok zaman paranoyaklığın sınırına gidip gelmiş olsak ta bu sefer ki tam anlamıyla bu değil, bu manada açıklanama çünkü dünyanın birçok bölgesinde bu şekilde yürütülen yapılar var. Ne mi bu yapılar?

Nüfusları her yıl inanılmaz yükseliş oranlarına sahip olan ülkeler var. Bakınca sadece 5 yılda nüfus iki katına çıkanları görmek mümkün, bir de bununla birlikte tüketim toplumuna adapte olmuş ülkelerin ya da dış pazarlar için üretim yapmak isteyen aracı amaçlı şirketlerin, gözünü diktiği iki kaynak var bunların ilki hızla değerlenmekte olan su diğeri ise toprak. Ufak çaplı bir internet gezintisi şunu fark etmemizi sağlayacak bu kadar büyük bir araziyi mayınlardan tamamen temizleyecek bir şirket bulmak üstelik bunu sadece toprak için yapacak bir şirket bulmak neredeyse imkânsız. Alan çok geniş harcanacak miktar çok fazla ve buna yanaşacak şirket sayısı piyasası bu kadar düşük olan bir konu için çok az ve güçsüz.

Peki, ne olur? Elbette ne olacağını bilemeyiz bunu gelecek günler çok daha iyi gösterecek olsa da; tahminim ve gelecek öngörüleri gösteriyor ki bu topraklarda büyük şirketlerin ihtiyaçları giderilecek. Bu şirketlerde çok büyük ihtimalle yabancı ve kendi çıkarlarını beslemek için toprak arayan devletlerin, yanlarında bir şirketle mayın temizleme işini halledeceği ve topraklarını kendi tesislerine, çiftliklerine dönüştürecekleri.
Burada olan biteni özetlemenin sonucu eğer ortaya çıkan toprak faşizanlığı ve paylaşımsızlıksa yanlış bir düşünce olduğunu söylemeliyim çünkü TEMA'nın yıllarca söylediklerini dinlemeyen Türkiye çölleşiyor ve yumurta kapıya gelene kadar da uyanmaya niyet yok. Bu toprakların gelecekte bize satılacak ya da bizi kendi toprağımızda köle edecek, ırgat edecek bu yapıya karşı olduğumu söylemem gerekli. Toprak için hala katliamlar yaratılıyorsa halkın büyük bir bölümü için hala kutsal olan bu toprakları muhtemel bir danışıklı dövüş ile teslim etmeye olan korkumu açıklamaya çalıştım. Devam edelim...

Birçok ses ve tepki gelirken savunudan bir kaçı da bizim insanlarımızın o topraklarda çalışacakları ve işsizlerin istihdamı için bu projenin yürütüldüğü, açıldığı savunusu.

Ufuktan gemiler geliyor içerisinden inen yabancılar hızla yerli halka saldırıyor ve ona madeni öğretiyor, kısa bir süre içinde cebirle yerli halk neredeyse aç bir şekilde gece gündüz demeden yabancılar için maden toplamaya başlıyor. Gemilerle uzaklara taşınan bu ne olduğunu henüz çözemedikleri "maden" denilen taşlar onların karnını doyuruyor gibi gözükse de aslında kaybedilen özgürlüğün ve kaynağın tanımını anlamak ancak onları anlatan tarihçilere nasip oluyor. Yabancı alacağı bittiğinde oradan ayrılıyor geriye sadece ölenler ve ölmek üzere olanlar kalıyor.

Durum henüz bu kadar şiddetli ve derin gözükmüyor olsa da günümüz köleleştirme sistemi bu durumdan farksız. Başkasının şirketinde, başkasının yönetiminde, başka insanlar için bizim çalışmamızla elden edilen o değerli kaynaklar bize sadece ufak meblağlar halinde geri dönecek ve kanaat etmeyi içine sindirmiş olan sindirmek zorunda bırakılan halk bu işi mutlulukla karşılayacak. Köle olduklarını da "ucuz iş gücü" diye gelen şirketlerin büyük CEO'ları ve henüz köleleşmemiş tarihçiler yazacaklar.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Birlikte Yapalım...

Kendimiz de güç bulamadığımız ve bazen de çok fazla sitemkar olduğumuz anlar yaşıyoruz ya hani. Kabul hayat bize ne şekilde gelirse biz de onun etkisine tepki oluyoruz. Bir video ve kısa bir hikaye bu etki-tepki denklemine çok hoş çok güzel bir yan getirmiş ve sanıyorum birçokları benden çok daha evvel bunu izledi ancak ben yine de farklı bir noktaya değinmek isteyerek hem hikayeyi hem videoyu tekrar paylaşmak istedim.

"Oğlu babasına sorar : Babacığım benimle maraton koşmaya var mısın ?

Kalp sorunları olmasına karşın baba, yine de « Evet, varım » diye yanıtlar. Ve bir maratonu birlikte tamamladılar.

Baba oğul başka bir çok maratonu daha birlikte koştular. Baba her seferinde oğlunun yeni bir yarış talebini kabul ediyordu. Oğlu bir gün babasına « Baba, birlikte bir Ironman'a (Triathlon) koşmaya var mısın benimle ? » deyince baba bu kez de evet der ve kabul eder.(Bilmeyenlere anımsatalım ki Ironman dünyanın en zor triathlon yarışıdır ve üç dayanıklılık sınavından oluşur : Denizde 3, 86 km'lik yüzme, 180,2 km'lik bisiklet ve nihayet 42,195 km'lik bildiğimiz maraton. Baba oğul bu zor yarışı biirlikte tamamladılar. Nasıl mı ?"




Birlikte yapmak çok değerli, birlikte yapmak bir heyecanı paylaşmanın bir heyecanı senelerle yıllarla sevdiğin sevmediğin tanıdığın tanımadığın kendi özünden çıkarak paylaşmanın adı. Burada bencillik göremedim, görmek için kuru gözlere ihtiyacım vardı belki de.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Hayatın Yeniden Üretimi Süreci

Ağlamanın şarkıda söylendiği kadar kolay olduğuna inanmadığım zamanlar oldu. Gülümsemenin ardından terk edenler ve etmeyenler arasında sadece biten sözler olduğunu bildiğim için gülümsedim ben içtendi, gülümsemelerim incitendi ağlamalarım ve ağlamaların. Elbet gün gelecek kanayan yaralara zaman basılacak hatta dalga geçilecek belki tüm bu olanlar adına.


Yeni insanlarla tanışmak beni mutlu ettiği bir gündü dün neşeli kendi halinde hayalleri olan o kadar çok insan var ki. Her bakışta farklı yaşantıların rüyalarını hayallerini görebileceğiniz o kadar çok göz var ki hayalleri duyunca tebessüm ediyor ve dahi kızamıyor insan. Ben başaramadım büyük insan umarım sen başar budur dileğim. İkimizin de hastalığına çözüm umut etmek güzel olana inanmak.

Dinlenmiyor olmanın takip edilmiyor olmanın etkisinin daha güzel olduğunu fark ettiğim güzel bir günde dışarıda rengarenk bir hava, güneşin ışıkları ve ağaçlardan yansıyan bu ışığın oluşturduğu içimi dolduran yeşil renkler. Hava bugün burada beklemediğimden de güzel.

Kaybettiklerimi düşündüğüm vakitler olmuştu geçmiş zamanlarda ama ben satranç bildiğim günden beri kayıpların avantaja dönüşebileceğini biliyorum. Eğer iyi bir risk alıp feda etmeyi bilmezseniz asla daha fazlasını kazanamayacağınız durumlar yaşarsınız. Risk almayı seven fakat sevenlerini feda etmeyen biri olunca satrançta da o kadar iyi olmaıyorsunuz yine de oynamayı sevdiğim güzel bir oyun. Kralların oyunu bir yerde.

Şimdi elitist olduğum falan iddia edilecekse de bu güzel hava da bunu yaşayabildiğim nadir zamanları da bir zahmet kıskanmayın sevgili emekçiler, inanın sizin için geçiyor ömrüm. (Sitemde gülücük kendi ilkelerimle yasak olsa da buraya koymak isterdim)

Ha bu arada bir başka teşekkür de senin için umduğum gibi değildi ne güzel ölüm sana ve bana, günlerimizin güzel geçen günleri ömrümüzün bize kar kalan kısımları artı değer elde etmek için herşeyi candan yaşamalı. Güzel günlere ışıklar....

19 Mayıs 2009 Salı

Yıldırımlara Göğüs Gerebilenlere...

Güçsüz aydınlar...
Gerici iktidar...
Paraya tapan kalabalık...
Yeteneksiz iktidar...
Geçmişin gelecekten utanan yüzü...
Yaralı bir demokrasi...
Tehlike dolu sokaklar...
Eğitimsizliğin moda...
Kitabın deModa sayıldığı...
Bizi saymanın daha da zorlaştığı...
Bir ülkenin bulutlarında;
90 yıl sonra her yıldırımla irkilip tekrar mağaramıza dönerken, sığınmak adına barakanın dahi hayalini kuramazken. Bizlere geleceği emanet etmiş bir Mustafa Kemal, bizden vatan olmamızı medeniyetlerin hayalini kurmamızı korkaklıktan ebediyen sıyrılıp geleceğe bir gün önceden varmamızı istemiş belirtmeye gerek var mı ama bu yola da hurda bir gemiyle çıkmış... Ne zaman...Bugün...
Şimdi bu yazıyla tüyleriniz ürperecek aradan geçen en fazla beş dakika sonra ise eski halinize döneceksiniz belki de...

Yine de umudum var bir şeyler için...Varlığımız için medeniyet adına...
Tüm kalabalıklara tüm hezimetlere ve bütün bu güçlüklere karşı koyanlara... 19 Mayıs sizindir. Kutlu olsun...
Umudu olanlar adına...

14 Mayıs 2009 Perşembe

229 Mumluk Ağıt

Bu gece herşey bitse mesela sonsuz sona ulaşsam da unutsam tüm olanları ve seni. Söylemediysem, söylemeyi beceremediysem de sevdiğimi...

Gitsem yanından uzaklaşsam duyguların en yücesini yaşarken ben bir damlasından sana katamadan gitsem. Söyleyemediklerim içimde büyüse. Gürültüler... Lanet olasıca bastıramadığım yüksek sesli gürültüler. Kafamda bir ömür dolaşacak desem. Düzgün düşünemediğim anlarımda dahi senin için güzel günler düşlesem.

Kaybettiğim senin ardından göz yaşları döksem, varlığımdan fazlasını adamaya niyetlendiğim sen için ağız dolusu sözler söylesem acıma bastırdığım yara bandının altından. Gözlerim kırık dökük, ağzım kilitli, kokular eskisinden daha kötü geliyorsa burnuma.. Söyle nasıl vaz geçerim ki senden ? Olmayacak bir yolda yürümenin nesi güzel... Hangi adaletten söz etmeli bilinmez ama ben ilahi adalete inanmak zorundayım, kan tadı bu, gözyaşı tadı, benden,içimden kopan birşeylerin tadı, seni kaybedişlerin tadı bu kadar ağır olmalıydı evet daha fazlası hatta. Ben, beni kaybettim...

Arayacaklar, soracaklar, ne oldu nasıl bitti diye ve sahip oldukları açılmamış telefonların ardında ki merakları. Yapmasaydım keşke, değer vermeseydim bu denli hatta sevmezdim de belki ama yemin ederim hakettin sevgimin her zerresini. Sorma, sorgulama malzeme etme beni alaylarına, bilirim yapmazsın zaten... Benim ki etten kemikten bir dünyanın vahşetinden korkum. Sığınmak istediğim limana olan ağıtım. Canımın yanışı umurum da değil. Dedim ya sen senden büyüksün artık, dedim ya sen birsin ve teksin artık. Bir tanrıymışçasına güvendim sana... Kaybetmedim... Seni kaybettim sadece... Keşke gemilerle gidilebilecek en uzak ülkeye yerleşip yine gemilerle dönseydin.. Ben büyüseydim döndüğünde ve gerçek olsaydı hayal bıraktıkların ardından. Gerçek olsaydı ağladığım, değer verdiğim, özlediğim... Özlediğim...

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Gülleri Solduran Gülebilmezmiş

6 Mayıs, benim geldiğim yerler de inançlara bakılmaksızın neşe içinde kutlanan ve baharın gelişinin kutlanan son adımıdır. Dilekler yazılır, ve bir fidanın, gül fidanının altına bırakılır dilekler olması tutması istenilerek... Ama bu ülke "fidan"larını astığından beri dilekler kabul olmadı. Bu ülke fidan almaktan zevk alanların hala yaşayıp hala konuştuğu ülkedir. Buralara bahar uğramaz.
"Umudum gençliktedir." diyen atasının mirasını devralmış bu ülkenin çocuklarının korkunç bir sonla hayatlarının ellerinden alınışının yıldönümüdür bugün. Solan güllerin, kan çiçeklerinin, asılmış fidanların sessiz sakin anıldığı, fısıltıların onu asanların gürültülerine karıştığı 37 senelik bir almış başını giden düzenin günüdür bugün. Romantizmin yok edildiği, sevginin katledildiği nefret tohumlarının ekildiği günün 37.yıl dönümüdür bugün. Ne kadar övünseniz azdır.

Asıldılar...
Sömürülmemize karşıydılar,
Bağımsızlık istiyorlardı,
Özgür gelecek vardı akıllarında,
Bu ülkenin insanıydılar
Dilekleri yine bu ülke içindi
Gençtiler, umutluydular, inanmışlardı
Güneşi zapt edecektik hani ya işte sonra astık biz onları, hemde sadece bir kere değil 37 sene geçmiş ben doğduğumda 17'ydi sadece biz büyümeden kirlenmişti dünya, kana bulanmıştı gelecek, dilek dilenmez olmuştu 6 mayıslarda mutluluk, inanç, umut gömmüştük onlarla birlikte. Bir 40 sene olacak yine dinmeyecek göz yaşları, her dakika her saniye artacak derler ya cellatların acısı bizim canımız yanmadan onların vicdanları dile gelir mi ki ?

En iyi dileklerim asılmışken tüm bu genç, cesur, korkusuz insanları saygıyla anıyorum. Anınıza dair birşey yaptım diyemiyorsam da...


"Ve cellat uyandı yatağında bir gece,
Tanrım dedi bu ne zor bilmece.
Öldükçe çoğalıyor adamlar,
Ben tükenmekteyim öldürdükçe."
Ataol Behramoğlu

3 Mayıs 2009 Pazar

Bu nasıl Sol ?

"Sol"
Çözümün adı, hayallerin adı, gelecek güzel günlerin adı, birliktelik, barış ve sonsuz eşitlik içinde adalet ve sevgi.

Bir zamanlar bu ütopyanın gerçeğe dönüşmesi amacıyla yola çıktı bir çokları, Türkiye'de de benzeri durum Fransa 68'den sonra giderek yükseldi ve birde baktık ki o zamanlar benim yaşımda olanların idam edilmesine giden bir sürece kadar yenilikçi, Kemalist ve gelecekten umutlu gençlerin asılmasıyla bitti. Ardından gelen uzun bir süre içinde sol kendi kabuğundan çıkmak ve yeniden birşeyler üzerine konuşmak için bekledi ve nihayet yüzünü görmeye başladığımızda bu özlemle bekleyen benim de dahil olduğum ve şimdilerde "ulusalcı" olarak nitelenem grup hayal kırıklığına uğradı. Günümüz sol profilini nasıl tanımlayacağız diye bakınırken bir kaç referans noktasına ihtiyacımız var. Okuyucularımın da daha iyi anlaması için "sol'a sol içinden eleştiri" yapmak adına Birgün,Sol,TürkSolu ve mevcut üniversitelerde sol gruplar adına faaliyet gösteren öğrencileri ele aldım.

Sol basınını ayırt etmek çok güç değil, düşük tirajı yüksek fiyatı olan hemen hemen tüm yayınlar sol içerikli, bunlardan öne çıkan ilk kaynak ise Birgün, mecliste temsil edildiği üzere ÖDP destekli bir yayın ve yönetim kadrosu yerine sosyalist bir düzen içinde yönetimi benimsemiş. İlk başlarda bu şekilde öne çıkmış olsa da baktığımızda ortada şeklen bir sosyalizm olduğunu görülüyor. Haberlerin genel içeriği "sol sanatla ilgileniyor" dercesine sanatsal içerikli ufak başlıklar ancak bu haberlerin ya devamı yok yada çok sığ işlenmiş her haber gibi içeriğine yer yer korsan bildiriler gizlenmiş. Yeni Şafak, Zaman gibi "aşırı yandaş" olarak yaftaladığım medyanın da yaptığı gibi "Ergenekon Terör Örgütü" ya da "ETÖ" ibaresini kullanmaktan çekinmiyor. Oysa ki henüz mahkemenin dahi kabul etmediği bu ibareyi yayınlayarak muzdarip oldukları düşünce suçlularını yargısız infaza sokma tanımını uyguluyorlar. Bu bakımdan yaklaşımlar bir sokak kavgasının ardından "bizde dayak yedik sizde yiyin ohh" tanımı ya da daha ciddi bir şekilde "bizden üç kişi gitti onlardan da üç kişi gidecek" diyen Demirel'in sözüne benzetilebilir. Ama her anlamda varlığı bilinmeyen bir örgütü var gibi gösterip bunu sunarken mutlu olan adaletsiz tutukluluk sürecini görmezlikten gelen kötü birşey bu ve sanırım yeni dirilmiş Sol'un en kötü yanı bu intikam duygusunu barındırması. Medyaya ilişkin bir diğer farklı örnek ise Türk Solu, içeriğini uzun süre takip ettiğinizde görüyoruz ki kimi zaman MHP, BBP örneklerinden daha kafatası milliyetçiliği yapmaktalar. Çoğu zaman eleştirileri ve ortaya koydukları açık ve net ancak sonuç adına çuvallamaktalar. Kemalizm'i anladığını sanan tayfayla aynı sonu paylaşmaktalar, bu geniş ideolojiyi bu kadar dar kapsamlı görerek ideolojininde dibe çekilmesine yol açmaktalar. Bu anlamda Türk Solu, Sol gibi gazeteleri birçok yandaş medyadan ayırmak ve yorum farkı yaptırmak zor. Yapılabilenler ise ancak gündem dışı konular ve birkaç ayırt edilebilen yazar.

Asıl bakacağımız yer olan öğrenciler konusu ise biraz daha karmaşık üniversiteye adımınızı atar atmaz karşınıza çıkan "kollektif", "cephe", "parti", "örgüt" ibaresinin başına gelen kelimelerle kurulmuş gruplar önünüze çıkıveriyor. Günün ilk saatleriyle birlikte afiş asma çabasına girişenler var, adeta sarı-kırmız-siyah rengin değişik kombinasyonlarını her gün yeniden deneyen bu öğrenci ve grupları afişleri yayana alt alta, akrostiş yapacak şekilde hatta tüm bir binanın duvarını kaplayacak şekilde yapıştırdıklarında devrimin daha hızlı geleceğini düşünmekteler. Hala eski Komüntern renklerini, simgelerini kullanan yaratıcılıktan uzak devrim çabasını sorgulamak dahi tepkiyle karşılaşılabilir olduğundan başlarda hepsini tek tek inceleyen bir düşünceniz varsa da bir seviyeden sonra vazgeçiyorsunuz. Bir bakıyorsunuz ki öte taraftan birisi elinde tomar tomar 20 sayfalık gazete-dergi arası oluşumları size satmaya çalışıyor. Afişler ne kadar bedavaysa bu büyük puntolu, büyük resimli dergilerde tersine o kadar pahalı. İçeriğinde günlük gazetelerde kolaylıkla bulabileceğiniz yazarların kopyalandığını ve tüm diğer medya organları gibi sadece herşeye karşıt ancak çözüme karşı ortak olmaktan kaçınan ve ütopik istemlerde bulunan bir yapı var. AKP eleştirilerine rastlıyor olsanız dahi yazının sonlarına doğru AKP-Perver bir söylem yürütülmeye başlanmış keza onlarda Cumhuriyetçi karşıtlarını destekledikleri çin düşmanımın düşmanı zihniyeti işletilmiş bu sefer intikam adına. Korsan bildiri aradığınızda ise sadece derslerde yada herhangi bir kongrede bulunmanız çözümden ne kadar uzakta olacağınızı gösterecektir. Tek kitap zihniyetinden kurtulamayarak sorulan sorulara cevap verebilecek raddeye erişememiş sesi yüksek bildiriler var gerekli gereksiz konuşmacının yada hocanın sözünün kesildiği yerde. Genel anlamda entellektüellere dönük bu çabanın içinde bol bol marx, durkheim, comte duyuyor olsanız da günümüze dair herhangi birşey bulmak imkansız.

Peki toparlarsak ne çıkacak...

Uzun bir süredir TEGV'de Eğitim Gönüllüsüyüm, etkinliklerde çeşitli yerlerden gelen arkası yazılı kağıtları kullanıyoruz. Kağıdın her kullanılabilecek kısmını boyanın ise son raddesine kadar tüm bölümünü değerlendiriyoruz. Bunu yapan birisi olarak afişlerin, matbaanın, renklerin bu kadar hor kullanılmasını hoş karşılamak elde değil, devrime sponsor olan var mıdır bilinmez ancak sanırım derginin yüksek fiyatlı satışının ardından da bana söylenen "devrimci ve maddi durumu yetersiz arkadaşlara burs veriyoruz" lafının arkasının olduğuna inanmıyorum. Toshiba laptopların arkaplanında sol ellerini havaya kaldırmış devrimci gençlerin fotoğrafını taşımak, Samsung cep telefonunda "devrim yürüyüşü"nün mp3'ünü melodi yapmak, ayağa kalkıp devrim ateşini bağırarak ve saygısızca dile getirip kendisine sorulan soruları hakaret algılamak, milliyetçilik yapma deyip kafatasçılığa soyunmak, facebookta yurtsever cepheye girip yoğurtsever cephe grubunu kapatalım diyebilmek, internette aktivist olup gereksiz sessizliğini sürekli devam ettirmek günümüz solunun "iki yüzlülük" örneklerinden sadece bir kaçı. Türkiye bir daha asla 68 ruhunu anlamayı başaramayacak. Şu an gördüğümüz bin parçaya bölünmüş sabun köpüğü solunun yapabileceği ancak postmodern devrim. Darbe'de "postal" varsa onların da renk renk "converse"leri var.