21 Ekim 2010 Perşembe

Dinlediğim Masallar

Soğuk rüzgarlarında akşamların,
Dağılıp kaybolmuş.

Siz çocukluğumun masalları,

Bir varmış bir yokmuş...


Bir kuzu içmek için suya eğilmiş,

Suda koca kurdu görmüş,
Kurt bu kötü insanlar misali,
Kuzucuğu su başında öldürmüş


Evvel zaman içinde

Kalbur saman icinde

Bir küçücük çocuktum

Büyükannemin dizi dibinde

Sonra çıkıp masalların dünyasından
Ben de büyüdüm

Her içmeye eğildiğim suda

Bir koca kurt gördüm.


Anladim ki eğilip içmek öyle kolay değil.

Derinlerden akıyor suyumuz.

Üstelik her suyun başını

Bir koca kurt tutmuş.


Ergin Sander (Ayla'yı Dinler misiniz?)



Öyle eğlencelisiniz ki yorulmuyorum sizi dinlemekten. Bir tanıtımınız bir de gelmek istediğiniz noktalar var hep. Hiç acele etmiyorum sizi oralara çağırmakta. Kendinizi anlatmanızı ve cümle kurmak konusunda işkence çeken kişiliklerinizi ortaya koyun istiyorum.

Farklı yorumlamalara kapalı olmak ama sinirlendim ben diyebilmekte ustalaşmak yalnızca sizin gibi masalcılara ait bir özellik. Şahsınıza bir özellik, kişiliğinize ve başaramadıklarınızı, başardıklarından haberdar olmayanların üstüne yüklenmekle test ettiğiniz hayatınıza dair bir anlam. Öyle çoklarınızı rahatlıkla çıkardım ki hayatımdan, öldürüp dirilttiklerimi aralarında görmek istemiyorum matematiğimden emin olmadığım için.

O halde kendinize gelin, bir ömrü hayallerinin peşinde harcamış adamın "hayal"lerine saygı duyun. Kendi masalının her harfine ayrı emek göstermiş, mürekkebini bozan gözyaşlarına inat her seferinde baştan yazdığı bu pasajlara saygı duyun.

Arkası yazılı müsvette kağıtlarına yazdığınız günübirlik hikayelerden değil bu. Bir ömrün senaryosu, bir ömrün güzel bir senaryosu...

14 Ekim 2010 Perşembe

Hayaller ve Tilkiler

Gece...

Öyle çok ıslandım ki başımı siper ettiğim kapşonumdan yağıyor artık yağmur.

Yağmur...

Öylesine karanlık ki göremiyorum yağdığını yağmurun.

Tilkiler... Kuyruklarını hissediyorum zihnimin içinde dolanırlarken, binlerce ayrı yolu tek bir sokağa bağlama çabalarını seziyorum, kuyrukları değiyor aklımın odalarına, duvarlarım titriyor. Dalıp gidiyor gözlerim aklımın yürümekte ısrar ettiği çıkmaz sokağa.

Çıkmaz sokak... Durup bakıyorum uzanan devasa duvara, sapasağlam, kaya gibi sert ve aşılmaz... Ufak bir rüzgarda sallanıyor duvar. Düşerse üstüme ölürüm.... Düşmez...

Hiçbir düş, düşmedi. Hiçbir hayal gerçeğe dönüşmenin hazzını bu denli hissettirmedi. Çıkmaz sokaklarım, beslemekte zorlandığım tilkilerim, yollar,gece...

Hiçbirinizin bu kadar kolay çözülebilir sorunlar olduğunu bilmezdim.

Yalnızca ıslak bir bakışının bir kalbi bu denli ısıtabileceğini kim bilebilir di ki ?

Ben...

Bunu başarmak adına yola çıkacak cesareti, göze alacak gücü ve şekil verecek ellere sahip olan kim vardı ki ?

Sen?

Sen...

:)

5 Ekim 2010 Salı

Hayâl Kadar Hayat

"Bir yudum çay, bir yudum sen, bir yudumken manzara,
durduğun yeter. korktuğun yeter."

Yapraklarını bir bahar gününden bir sonbahar gecesinin rüzgarına dek saklayan ağaç, uyumak için türlü yollar deneyip alarmın sesiyle zorla uyanmak zorunda kalan insan, batan güneş, kaybolan ay, biten gün... Hepinizden daha çok dayandım. Umudumun her zora girişinde ateşe verdim kendimi, cesaretsizliğin, kayboluşların benden uzak durması için. Bir gülüşün güzelliğine değişebileceğim dünyamı çizdim, yaşayabilmek için sebepler ürettim. Farkettim ki gözlerinin ardından, gidip geldiğim yolların, bindiğim otobüslerin, söylediğim sözlerin, kızgınlıkların ve çırpınışların içinde saçma sapan cümlelerden öte "bir gün" dediğim hayaller vardı.

Hayaller kovalıyordum kimsenin görmediğinden emin olduğum yerlere saklıyordum. Anahtarlarını da sana hediye ediyordum gizli yerlerin. Açtığın yerde en kıymetli şeyin yine sen olduğunu gör diye. Sadece reklamdı amacım, sana senin reklamını yapıp benden kalan son adedi verebilmekti hayalim.

Bir oyun ve bir oyun bozansın bir geceden bir başka geceye sürükleyen... Uyumasını bekledim ama, sanırım uyumuyor sevdan ben uyumadan.