23 Şubat 2009 Pazartesi

Kedi'den Basın Açıklaması Tadında Yazı


Sevgili sayın okuyucuma, 

Bu vakte kadar direk karşımda okuyucuma hitap ettiğim bir yazım olmadığını öncelikle belirtmeliyim. Aynı zamanda yine bugüne dek siteme girdiğinizde geldiğinizi görerek mutlu oldum ve her gün daha iyi bir yazı elde edebilmek adına gezdim, düşündüm, baktım ve baktığım bir çok şeyi de gördüm. Son zamanlarda beni yoran ve endişelendiren hadiselerden söz etmek istiyorum bu yazımda, yazdığım bu yazının hiçbir edebi değeri olmaması ise benim sitemde bulunması adına benim eksiğimdir beni ilgilendirir.

Aksi belirtilmedikçe yazılarımın tamamı benimdir ve kendime yazılmıştır. Yani aranızdan birisine niye durup dururken aşık olayım ki ben ki bunu Nil Karaibrahimgil hanımefendi "ben aptalmıyım, ben manyakmıyım" tarzı sözlerle bir şarkısında gayet güzel anlatmıştır. Bir "hayalim" var evet bu gerçek bir kişi midir, açıklıyorum evet. Ama yaşayan hali ve bendeki kişiliği arasında muazzam farklar var o sebeple üzülerek söylüyorum ki sevgili okuyucum "ıssız adam" filmini izleyen herkesin "ıssız adam" ve "ıssız adamın bıraktığı kız" oluşu gibi sende gereksiz yere üstüne alınıyorsun haberin ola. Yazılarımın politik olanlarına gelen bir kaç eleştiri var, yapıcı olan ve içi dolu cümlelerle gelen eleştiriler her ihtimalde kayda değerdir benim için teşekkür ederim ayrıca ancak o yazılarımda görüş belirtmekten kaçınıp, gerçeği olduğu gibi anlatıp en fazla doğru yönde yardımcı olabilmek adına bir çabam olduğunu söyleyebilirim. Bunun dışında politikanın bizim ülkemizde yapılan şekliyle "holigan edebiyatı", "partizan taraftarlık", "hamasi üslup" olmadığını düşünüyorum. Başta da dediğim gibi yine bana ait yazılar ama okumanızı önemsediğim en değerlileri sanırım onlar. Bunun dışında "bak güzel birşey yazdım ben galiba bir okusana" dersem açın bakın tabi, ama sevgili okuyucular teknoloji öylesine gelişti ki internet denen şeye baktım falan çok fazla site var ilginç güzel onlara girin buraya bakacağınıza. Facebook falan var mesela insanlar politika yapıyorlar orada aktivist olduklarını sanıyorlar iş yaptıklarını sanıyorlar ülkemizi yükseltip yücelttiklerine de eminler gidin bir benzerini de siz yapın. Hiç olmadı msn'de arkadaş bulun kendinize konuşun sabahlara kadar. Sabah kadar konuşmaktan inanılmaz zevk aldığım insanlar var buradan onlara ayrıca teşekkür ederken sana da benzerini tavsiye ediyorum sayın okuyucu.

İlla ki bu kadar yazıya rağmen dersen "ayy bu yazıyı bana yazmış" derim ki al yanına "yayın evi amca"yı gel kapıma dayan ben sana değil "deneme, hikaye öykü roman yazarım. Paramı da yıllara bölerek ödeme yapman elbette mümkün. Bunun dışında bir azınlık kitlesi var ki toplasan 2-3 kişi onlara da ayrıca ve ayrıca teşekkür ediyorum bir çok zaman beni ne olursa olsun yazmaya teşvik ettikleri için. Sizleri sevdiğimi hemde bunu candan söylediğimi belirtmekten gurur duyuyorum. 

En iyi dileklerim sizlerle..

Anlatamıyorum...

"Anlatamıyorum
Ağlasam sesimi duyarmısınız
Mısralarımda,
Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma
Ellerinizle,
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var biliyorum,
Her şeyi söylemek mümkün
Epeyce yaklaşmışım duyuyorum
Anlatamıyorum"

                               Orhan Veli Kanık

Yine aynı konu. Aynı karanlık ışıklar üzerimde. Yine aynı söz aklımda, bozukluklarım da yine cebimde. Onları taşımayı unuttuğu gün değil cep telefonsuz evden çıktığı an kendisini yalnız hisseden bir nesille büyüdüm ben. Onlardan ırak kaldım zamanla yabancılaştım. Dün gece aklıma geldi bir konuşmada beni bir İngiliz soylusu gibi yetiştiren o kız; sanırım onun sayesinde/yüzünden çok uzak kalmışım normal konuşmaların müstehcenlikleriyle. Rahatsız kelimeler vardı insanların dillerinde beni doğaya bıraktığı an. Güvenimizin eseri yıkıldığında ben bunlara alışık değildim. Bu zamana kadar hep senden bahsettim ya güzel hep adınaydı ya ağıtlarım, üzdün beni diye suçladım, aşık ettin farketmedin dedim ya hep. Suç sende değil bugün güzel ama hayatın her saniyesine mi girdi o gözler bilmiyorum.

Senin üzerinden can yaktılar bu sefer, sen gülümsemeye devam ettin. Sen beni öldürmeyi reddettin ya hani geçen hülyalarda , "yaşamak için hafif canın yanacak alış artık" der gibi bıraktın yine. Senin üzerinden can yaktılar işte dedim ya gözlerim acıyor gözlerine bakarken şimdilerde. Gözlerimle duyduklarım... 



21 Şubat 2009 Cumartesi

Seferler...

Bir sahilden bir başka iç denize... Bindiğim hayaller gemisi rotasını şaşırmış allak bullak alanlara doğru giderken bomboş kupkuru toprak içinde açtım gözlerimi. Sağımda solumda bomboş boşluklar... Kafamı toparlayıp yerden kalktığımda uzun uzun çevreme bakındım. Kendime yaratmam gereken bir dünyadan fazlası yoktu geldiğim yerde.

Taşlar, odunlar, kimi zaman var, kimi zaman yok olan desteklerim arasında ülkemi yaşamımı baştan kurarken birşey farkettim toprağımın tam ortasında günler, haftalar belki de bilemem bugün itibariyle bir yılımı aldı onu olduğu yerden çıkarmak. Şehrimin ışıkları geceleri güzel görünmeye başlayıp şehrim oluşmaya başladığında bu parçanın ne olduğuna daha yakından bakmak için biraz yaklaştım ona. Tozluydu ve çok aşınmıştı. Tamiri güç değildi belki denedim yine günlerce içinde varmış meğer tertemiz pırıl pırıl oldu. Öyle emindim ki onun kutsallar arasında olduğuna şehrimin en yüce köşesine en güzel yerine koydum onu. Pırıl pırıl kimi zaman rengarenk, göz alıcı güzelliği gün be gün artmaktayken bende ondan yavaş adımlarla uzaklaştım. Aşk, tapınmak, inanmak ve yaşamak ismi ne olursa olsun ben bu isimlerin tümünden kaçar hale geldim ama o şehrimin en güzel en alımlı yerindeki yerini asla kaybetmedi.

Bir gün yıkmaya geldiler mabetlerimi. Evlerimden kalp duvarlarına kadar herşeyi yakıp yıkmak için. Hem de benim dokunmaya kıyamadıklarıma bir meta ordusuyla geldiler ve hapsettiler. Ama en zalimcesiydi kutsalımı yere atışları, değersiz davranışları onu kullanışları ve sonra tekrar değersizmişçesine davranmaları. Dokunamazdım diyorum ya kıyamazdım...

Ah biricik ne savunmalarım yeterdi o orduya ne kalbim ne de cesaretim yeterdi konuştuğun dili öğrenmeye. Göz yaşlarım değersizdir diye onları bile yollayamadım ardından.

Arkadaşlar işte...Klişeden farklı bir hikaye; önce tek tek topluyorsun ağırlaştıkça yükün güzel olanları saklıyorsun ve bir kısmını atıyorsun sonra dönüp bakıyorsun kendine denizin yansımasında ve tüm taşları atıyorsun. Koşarak sahilden uzaklaştığın anlar gelsin en yorucu anında aklına. Yalnız doğdun ve sen bir bireysin, topluluğun alelade bir parçası değil; yalnız ölmek sorun yaratmayacaktır.

14 Şubat 2009 Cumartesi

Mahpusluk Günlerimden Anılar

Beklediğimden çok daha çabuk gelişti herşey ve o 31 Aralık gecesi istediğim şeyler ilk defa gerçek oldu. Piyangoda en büyük para bana çıkmış ve çok daha önceden kafama yerleşmiş olan Atlantik ötesi hayallerimi düşünmeye başlamıştım. Bir sosyolog olarak mezun olup Amerika'ya gittiğim o yazı beklemek benim için uzun ama mutlu ve heyecanlı bir bekleyiş olmuştu.

Amerika bambaşka bir yer caddeler, sokaklar büyük büyük binalar ve inanır mısınız "yerde bir tane bile çöp yok". Hayat orada benim için rüya gibi geçmekteyken yaptığım başvurular kabul edilmiş ve bu uzun güzel tatilin sonunu Amerika'ya yerleşmek olarak uzatmıştım. Ancak ne kadar uzayacağı hakkında cidden bir fikrim yoktu. Herşey Cenifır ile tanışmamla birlikte başladı. Mükemmel bir kızdı ve bir anda geleceğe dair tüm planlarımızda bir arada yer aldığımızı gördük, bunu farkettiğimiz yıl Cenifır'la ufak bir düğünle evlendik. Cenifır, sağlığına çok önem veriyor ve sürekli aktivitelere katılıyordu, birkaç kötü adamın onu rahatsız ettiğini öğrenince bende solaryuma hiç ihtiyacım olmamasına rağmen Cenifır'la birlikte gitmeye karar verdim. Gün hızlı geçmiş ben kendimi aynada nasıl göreceğimi merak etmekle dört saat süren solaryum süremi tamamlamıştım. Cenifır, bir yardım toplantısına katılmalıydı ben de ona "arabayı sen al Cenifır ben eve metroyla dönerim" dedim. Az sonra okyanus mavisi arabamız köşeyi dönmüş ben de metroya doğru ilerledim. Aniden ileride biçimsiz kafası yetmezmiş gibi birde saçlarını tamamen kel yapmış bir adam gördüm, kendimi tutamadım ve hafiften güldüm. Adam yanıma geldi ve tehdit edercesine "niye gülüyorsun diye sordu". Miyop gözlerim farkedememiş olmalı ki adam gülerken beni farketmişti. Son günlerde Amerika'da da gelişen neo-nazist gruplardan birine ait olduğunu düşündüğüm bir simge vardı başında. Bir anda grup haline geldiler ve anlaşılmaz bir dilde bağırarak beni tartaklamaya başladılar. Sadece, anlamıyordum henüz onlara birşey dememişken bu hiddet niyeydi. Öğrendiğim bir kaç teknikle iki koca adamı metro girişindeki turnikelere doğru attım. Şiddet daha çok artmış kavga çok büyümüştü. Ancak biraz kontrolsüzce adamı ciddi bir şekilde yaraladığımı gördüm. Sadece filmlerde değil gerçekte de polis sadece olayı sonuna yetişti. Her yanım kan içinde nezarete tıkıldım, sorgular çok sert ve can yakıcıydı, sonradan öğrendim ki bu adamlar beni zenci sanmıştı, polislerde aynı görüşteydi kendimi anlatmakta çektiğim onca güçlüğe rağmen anlamadılar beni ve bilirsiniz Amerika'da zenci ya da yabancıysanız iki kere suçlusunuzdur. Eyalet savcısı hemen bir haftada davamı bitirdi o lanet olası juri ve bitmek bilmeyen ırkçı söylemleriyle yaşlı juri savcı gözümün önünden hiç çıkmadı ve beni Texas'taki zalim gardiyanların elindeki ABD tarihiyle yaşıt eski cezaevine yolladı. Soğuk duvarlar bitmek bilmeyen kodesler arası laf atmalar ve abazan zencinin, nazinin, latinin elinden kaçmanın binbir zorluğu içinde günlerim geçiyordu. Bir yandan gardiyanların işkence sevdası ve onca şeyin arasında uykuya dalmışken zalim gardiyanın kara copunu "tırrrrr" diye demirlere sürtmesi yaşamımın onlarca yılına kaydolmuş en acı sesler arasında yer etti. Yıllar geçti yaşlandım, Cenifır tüm mal varlığımla birlikte beni terk etti. Onca acı içinde biraz olsun uyumak istiyordum memleketten gelen "Şebnem Ferah" posterini odamın duvarına astım ve yan kodesteki zencilerin rapine aldırmadan uzunca bir ağıt yaktım.

Eyalet hapishanesinde volta atanda
Zencisi, latini, nazisi banyoda karşıma çıkanda
Yürek taş kesildi, titreme geldi o anda
Ellerin kırılsın bölge savcısı

Param olaydı iyi avukat tutaydım
Jürideki asabi yaşlı kadına yoldaş olaydım
Kodesimin demirlerine tırrrrrrrrr diye sürtülen kara cop olaydım
Ellerin kırılsın bölge savcısı

Solaryum dönüşü naziler beni zenci sananda
Koşarak gelip ağzıma ağzıma vuranda
Olayı kameraya kaydetmesi gereken görgü tanığı uyuyanda
Ellerin kırılsın bölge savcısı

Şimdi texas mahpus damında namım söylenir
Bir gün nazilerin, bir gün zencilerin elinde yürek dağlanır
Sıla hasretinden gözler hep yaşlanır
Ellerin kırılsın bölge savcısı.

Farkettim ki gözlerimden süzülen yaşlarla birlikte uyuya kalmışım, rüyamda geçmişten anılar üniversite yıllarım vardı, yurdumda zenginlik hayalleri kurarak geçirdiğim vakitlerden birisi birden bir ses "tırrrrr" yine oydu rüyamı bozmaya gelen kafası bozuk gardiyan o lanet copla rüyamı bozacaktı yine. "Tırrrrrrzzzzzzzz", ses biraz farklı geldi kulağıma sonraları biranda başımı kaldırdım korkuyla, kodes gardiyan hepsi gitmişti, finallere çalıştığım bir zamanda uyuya kalmıştım sadece ve beni uyandıran olmuştu telefonumun masa üzerinde titreşimi... Korkmuştum ancak mutluydum, uzaklarda kalan Cenifır'ı düşündüm bir an sonra vazgeçtim, çalışmama kaldığım yerden devam edecektim ki ondan da vazgeçtim ve uyumanın en iyi tercih olduğunu düşünerek eskisinden güzel gelen yatağımda uykuya daldım...

8 Şubat 2009 Pazar

Pek hesaplı İnce iş


Yolculuğun hiç bitmediği geldi aklıma, şimdi tekrar yollara çıkıyorum diyecekken. Yine peşimi bırakmıyor telefon denen illet sanırım alışmalıyım, ömrümün geri kalan bölümünü onunla geçirecek gibiyim. Yurdun dört bir yanından mesaj geliyor, sevmediğim sevmekte zorlandığım; istemeyip istemeye zorlandığım işlere itiyorlar beni. Eskiden yalan söylerdim herkese kendim için. Şimdi başkalarına doğru söylerken kendime söylediğim yalanları duyamaz olduğumu fark ettim.

Bol bol yalan söylüyoruz silikleştirmek için, parlatmak için,biraz olsun koyuluk katmak belki de sadece sivri kenarları yumuşatmak adına. Bir fırça gibi renkten renge boyadığımız dünyamız artık rengârenk fakat üzülerek söylemeliyim yalan içinde. Biraz şirin gözükse de şimdilerde ağlayarak terk etmek zorunda bırakacak bizi gittiğimiz her yerden dünyadan bile belki.

Siyasetten, politikadan politik karmaşalardan kaçtığım bir zamana girdim, biraz dinlenmek lazım. Fantastik çözümler bulmaya çabalıyorum gözlerim yağmur için sabırsızlanan bulutlarda, bir tarafı kepçelerle oyulmuş tepelerde geziniyor ama emin değilim duygularım düşüncelerim fantazmalar yaratacak aklımı nerelerde unuttum. Bu topraklar güzel, bu topraklarda ağaçlar insanlar gökyüzü daha yakın bana. Burada büyüdüm nedeni bu olmalı derken fazlası geliyor aklıma. Her şey kötü olsa bile dostlar iyidir. Sıkıştığınız bir rüyada bile yardımınıza koşuyorlarsa bir de…

Yazacağım… Hele bir kararsın havalar gittiğim şehirlerde, yine umutsuzluğu bilgelik edinmiş insanlarla karşılaşayım, deneyip yılmayanların cevabı bulup soruyu unutmalarına şahit olayım ya da en azından soğuklar üşütsün beni yeniden içimde bir şeylerin ateşi kor olmuşken - ki bulmak gerekecek içimizi yakacak yeni şeyleri- işte o geceler daha çok yazacağım. Sanıyorum bir gün ansızın herkesten önce kaybedeceğim bir ömrüm var, arkamda yaşadığım ömür kadar karmaşa bırakacağım sakın üzülmeyin sizden önce olursa. Ama bir ihtimal daha var, tek tek kaybedeceğim sevdiklerimi kimisi kollarımda kimisi kilometreler ötede ve yalnız kalacağım telefondan bilgisayardan tam olarak kopmuş oturup “pis moruğun anıları” nı yazacağım yeniden gece yazan kedi kıskanacak mezarında yattığı yerde… Tetikte kendi parmağımız başkasının değil…

6 Şubat 2009 Cuma

Halk plajlara akın etti vatandaş denize giremiyor...

Egemenlik artık kayıtsız şartsız bizim değildir. Evet, bir zamanlar birilerinin söylediği gibi egemenlik artık Allah'ındır. Keza artık halkım devlet bize yardım etsinden öte Allah bize yardım etsin demektedir, bu konumdan dolayı ateistlerin yardım kaygısına cevabı ise bir gün rakı açılımı yapan AKP'den ya da hemen ertesi günü çarşaf açılımı yapan CHP'den bekliyorum. Ateist açılımının zamanı gelmiştir. 

Sosyal devlet anlayışının ne kadar büyük bir çöküntüde olduğu siyasi rant sağlama çabası sırasında ortaya çok daha göze batar şekilde ortaya çıkıyor. Bir yanda Tunceli'ye giden yardımlar ki bu yardımların orantısızlığı bile başka bir konu (şebeke suyu bağlanmamış eve 2 adet çamaşır makinesi gibi) diğer yanda ise biz halk değil miyiz diyen biz milletten değil miyiz diyen yardımlardan nasibini alamamış serzenişteki yorgun kitle. Çünkü bıkmışlar, rant sağlama çabasından ne kaparsak kardır demekten, yorulmuşlar sosyal hizmet beklemekten ve elbet yorulacaklar bu devletin kapısına hizmet etmekten, hizmet edecek evlatlar yetiştirmekten. 

Yalnızca seçim günü görüyorlarsa o seçim sonrası tozuna toprağına çamuruna karışacak parti simgesini taşıyan poşetlerini, ancak seçim günlerinde iş bulma umudu doğuyorsa insanlara, yalanla doğruyu polemikler içinden seçmek güç geliyorsa, dürüst bir politikacının olabileceğini görmek ve bunu bir mucize gibi kabulleniyorsa millet ya da inanmak istemiyorsa artık ekmek yerine pasta yemenin zamanı geldiğini haykırıyorsa tüm liderler zamanı gelmiştir ihtilalin,başkaldırının...

Pehh...  yazıyı okuyanların tepkisi ise en fazla bu olacaktır. Heyhat kendimize bile inancımız kalmamışken, mikrofonun üstündeki süngerden daha kalın olmayan elbisesiyle karın altındaki bu "vatandaş" bile soruya "bize kim yardım ederse oyum onadır" yarışına girdiyse doğrudur cevabınız inanmayışınız. 

Ağlıyorum, ağlanacak halimize şaşkın demokratlar... Sizler mi kurtaracaksınız bu vatanı şaşarım tüm deyişlerinize...