30 Eylül 2010 Perşembe

Kurma Kolu

Buraların en yüksek yerine çıkamadık... Kaç zaman geçti o yazıyı yazmamın ve gerçekleri zihnime okumamın ardından bilmiyorum. Bir hesap makinem var hesaplamak için ama genelde ters çevirip harflere benzetiyorum sayıları. Oyun ve oyuncak işte, bitiyor elbet... Pili, süresi, zamanı...

Uyanıyorum geçen zamanın ardından, kar olmadan üşüyorum, zehir oluyor Ankara'nın kaynatılması tavsiye edilen suları, içmek güç ve zorunlu. Seneler geçiyor alışıyorum, kurbağa olmaya o garip suların arasında.

Kuruyorum, kuruyorum, kuruyorum... Hep o hayal var aklımda.... Hayal kuruyorum, zorluyorum... Kırılıyor kurma kolu aniden ortaya çıkmış bir zamanda.

Dünya..., ben..., hayal..., kırık kurma kolu...

Heyecan sarıyor dört bir yanımı, mümkün mü diyorum içten içe. Beklemediğim ama düşlediğim şey çıkıyor kutudan, eskisi gibi sapasağlam...

Aldığım en güzel gelecek...

20 Eylül 2010 Pazartesi

Saksıda Dilek Ağacı Yetiştirmek

Her cevap yeni bir soru, soru içeren...
"Sensorium"


Sanırım en isteksizce seninle tartıştım, en çok sana koşmayı özledim. Hep zor anlarımdı koştuğum vakitler. Yanında olmak istedim ama o yerin tam olarak nerede olduğunu hesaplayamadım, aklımda gürültüler koparken duyduğuma inandım sesini sonra cevap olduğunu düşündüm. Cevap olduğunu düşündüğüm şeyler için cevap vermediğini sandım (belki de vermemiştin).

Öyle çok problem vardı ki, her problemde orada olman gerektiğine daha çok inandım, tüm sorunları çözecek güçteydin ama çözmemek için sebeplerin var gibiydi. Tam olarak asla anlayamadım ama beni en iyi anlayan ve sırlarımı en güzel yorumlayanın sen olduğunu biliyordum. Kısa cümleler kurdum, uzun hallerini bilen sendin.

Yardım ettiğinde ya ben alarmı duymamıştım ya da çok geç uyanmıştım. Bugün erken kalktım bir farklılık yaratabilir miyiz ?

14 Eylül 2010 Salı

Referandum'un Kısa Geleceği

... ülke kuzey-güney olarak ayrıldı... 603
... Anadolu, Kirman,Suriye,Irak ve bir kaç beylik olarak bölündü... 1153
... uç beylikleri bağımsızlıklarını ilan ettiğinde bölünmüş ve son bulmuş oldu... 1307

"MEB Genel Türk Tarihi Ders Kitabı"

Millet olarak korku filmlerine gülmeyi meziyet sayar, komplolara inanmaz ve hayatın gırgır boyutuyla daha çok eğleniriz. Bu konuda derin incelemeler yapan bir insan Metin Aydoğan... Yönetim Gelenekleri ve Türkler isimli iki ciltlik bir kitabı daha doğrusu bir araştırması var. Aslında bunun hep böyle olmadığını söylüyor. Birçok sebepte sıralamış, Akdenizliliğimizden tutunda, değişen inançlarımızın getirdiklerine kadar onca sebep var bu politik uyuşukluğun ardında.

Bugün politik uyuşukluğumuzun yanında bir de hiçbirşeyin değiştiremediği özelliklerimizi de görüyoruz. Kamplaşma sevdamız. Bölünmeye, ayrışmaya, grup olmaya ve düşmanlaşmaya olan isteklerimiz. Sosyoloji bunu birçok alt dalda ayrı olarak incelesede ben bunu "takım tutar gibi parti tutmak" olarak gördüğümden "holiganizm" olarak adlandırmak istiyorum.

Kişiler grup olduklarında, ortaya çıkan tablonun sonuçları olumlu yahut olumsuz olsun sonuca yönelik sorumluluğu üstlenmezler. Bir önce ki demokrasi eylemimiz olan yerel seçimlerin öncesinde görüşlerimi belirtmiştim. Ancak bu sefer konuşmadım. Kendimce sebeplerden ve kendimce korkulardan ötürü konuşmadım.

Referandum öyle maddeler sunuyordu ki, "evet" dememeyi düşünmek saçmaydı. Referandum öyle maddeleri öyle şekillerde sunuyordu ki "evet" demek kesinlikle akılsızlıktı. İşte bu harp içinde ben son günlere kadar zihnimde döndürüp dolaştırdım bu düşünceleri. Ve "hayır" demenin şu an seçeneksizliğimin önünde ki en iyi yol olduğuna karar verdim sandık başında.

Bu sırada aynı evrenin yine aynı boyutlarının mahallelerinden birinde kamplaşıyordu insanlar. Evet diyenler ve hayır diyenlere sonraları boykot edenler karıştı. Bir kısım sözde aydınlar, saçmalıklar tarihine "yetmez ama evet" sözcüğünü yerleştirdiler. Kamplar hızla kuruldu saldırılar başladı, videolar, resimler, profil fotoğrafları, twitler...

Sanal kamplaştık, sokakta, kahvede, fatura kuyruğunda konuşmaktan çekindik. Sonra mitingler başladı, "eveeeeeeeeeeeeeeet", "hayıııııır", "eğleniyor muyuuuuz?" gibi çeşitli söylemlere malzeme oldu mitingler. Cumhuriyet'in genç zamanlarının doğuştan asil demokrasisi geldi aklıma güçsüz düştüm bugüne bakınca. Ülkesinde bir terör örgütünün sesi olmuş U2'nun (sonraları kendini bu görevden azletmişlerdir) solistini de bu mitinglerden birisine katmak hayali var mıydı Erdoğan'ın bilemem. Ama olsaydı şaşırmazdım.

Kemalistim ama bir kaç "ok"la değil. "Altı Ok" kadar da değil. Onlardan çok çok daha fazlası kadar Kemalistim. Muhafazakar olmayacak kadar ve muhafazakarlığı boş görecek kadar Kemalistim. Cumhuriyet'e dair bildiği tek şey Atatürk ve İnönü olan sonra da aklına Baykal ve CHP gelecek kadar cahillere, muhalefet olduğu şeye neden muhalif durduğunu ve muhalifliği sadece söylenenlerin tersini söylemek olarak algılayan "muhafazakar cumhuriyetçi"lerden de değilim.

Yobazlardan hiç değilim...

Değişimlere, devrimlere ve onların getirdiklerine "çoğunluğun iyiliği" olarak değil "azami ölçüde herkesin iyiliği" olarak bakanım. Gerekirse tepeden inme, gerekirse halkların ellerinde yücelen depremler her koşulda "azami ölçüde herkesin iyiliği" taraftarıyım.

Bugün bize kabul ettirilen anayasanın ne şekilde yapıldığı ayrı bir mevzudur. Keyfi olarak hazırlanmış, kendi görüşü dışında hiçbir sese kulak asmamış bir paketler bütünü tek seferde sunulup kabul ettirildi. Buna yönelik yapılan açıklama ise "hap gibi tek seferde" oldu.

Muhtemelen sandıkta "evet" demiş olan bir arkadaşım alay ederek sordu.

Bak şimdi karaçarşafa mı soktular bizi? 8-10 senedir şeriat şeriat dediniz hala niye gelmedi?

Bu sözleri duymamın ardında iki sebep var. Birincisi kendisini muhafazakar dinci ve cemaat çatısı altında yarı saydam gösteren bir AKP. Ve yıllardır oylarını sol'dan değil. Muhafazakar cumhuriyetçi kesimden ve "başka seçenek yok" diyenlerden alan CHP.

Öyle bir cemaatçi öyle bir muhafazakar ki, kürt açılımı yapabiliyor, başörtüsü mevzusunu dakikasına çözmesi imkanı varken çözmüyor, istese ülkeye yarın şeriat getirebilecek gibi dursa da getirmiyor. Hep bir erteleme bahanesi hep bir "5 dakika daha uyutayım" durumu var.

Öyle bir solcu ki, kendinden olmayandan ilelebet korkuyor, inanma ihtiyaçlarını partisi üzerinden karşılıyor, rakibini ciddiye almadan, aptal, bilgisiz cahil diye aşağılıyor. Muhafazakarlara laf atarken anlamsızca muhafazakarlaştığını farketmiyor.

Bugün Türkiye bu iki partinin elindedir. Ben ise soruya geri dönmek istiyorum, neden kara çarşafı hala giymiyor kızlarımız ve neden hala şeriat gelmedi. Cevap olarak AKP'linin alaycı kahkahasından ve CHP'linin korku imparatorluğu komplosundan fazlasını verebilirim bireyci değil bireysel bir adam olarak.

"Evet" cevabı vererek çarşaf giymedin ama bu tek kişilik düzenin gömleğini üstüne geçirdin. Artık adım attığın her işte, sadece tek kişi tarafından belki de uyumadan 5 dakika önce verilmiş kararların yazacak geleceğini. Şu an için güzel kanunlar çıkartılacak belki. Ama günün birinde herkese uyacak ama senin hoşuna gitmeyecek bir şey çıktığında "hayır" demek isteyeceksin. İşte bu "evet" oyu senin tüm "hayır" oylarını ipotek altına alan bir imzaydı. Muhalefet olanın dinlenmediği, umursanmadığı ve bu şekilde karşına sunulduğu bir düzenin deneme sürümünü gördün ve güzelmiş almak istiyorum dedin.

Sen şimdi kara çarşafı giymeyeceksin, belki 5-10 yıl sonrada giymeyeceksin. Ama "giy" dediklerinde, "hayır" diyemeyeceksin. Sınavları geçmen için, geçmekten farklı özelliklere ihtiyacın olduğunu söylüyor yeni düzen. Eğer bu özelliklere sahipsen ne ala. Ama eğer elinde zihnin ve seni evde bekleyen orta halli bir ailen varsa isyan etme lüksün olmayacak.

Ben "evet" çıktığında üzüldüm, çünkü azınlıkta kalan ve bu endişelere sahip olan insanlar azdı ve şimdi kendilerini nasıl kollayacaklar yeni sistemden dedim. Sonra ülkem için sevindim. Harita'da sarıya boyalı (nedense tüm TV kanalları sarıya boyadı, HaberTürk ise yeşil ve kırmızıyı tercih etti) alanlar bu düzenle birlikte mutlu yaşayacak insanlardı. Bir şekilde bal tutan adamın elinde ki baldan pay alabiliyorlardı, bir şekilde iş buluyor, çocuklarını mutlu mesut bir gelecekte görebiliyorlardı. AKP çoğunluğun iyiliğini düşünen liberal bir partiydi ve çoğunluk gerçekten çoğunluktu.

Gerçekten mi ?

8 Eylül 2010 Çarşamba

Parantezi Açıyorum (Kapatıyorum)


Önemli beyler ve hanımefendiler...

Değer verdiğim insanlar ve bana ışık tuttuğunu, hayatımın bir noktasında değişim yarattıklarını düşündüğüm kişiler...

Hep böyle mi gidecek ?

Sizinle olan arkadaşlığım, dostluğum, sevgim, yol arkadaşlığım... Nereye kadar devam edecek? Ne zaman bozuk olacak aramız. Belki de nefret edip birbirimizden kaçar hale geleceğiz ? Olur mu olur? Ben aşık olduğum insana söyledim bunları, size söylememde de sakınca yok.

Nereye gelirsek gelelim değiştiğimi ve beni buradan gönderen modüllerin ağırlık yaptığını farketmeye başladım ve bıraktım. Kendim ve sizin aklımda olmanız sayesinde yol alıyorum. Kırılmaca yok, bakalım ne kadar sürecek.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Düşleri Fırçalamak

Bir kaç can alıcı hayata dönüş operasyonunun ardından, deniyorum. Yalnızlığım benim en büyük mabedim. Sesler duyuyorum yalnızlığımın kesileceği duygusu çarpıyor kulaklarıma, endişeleniyor anında da unutuyorum.

Unutmalıyım, pişman olmamak adına ve yorulmadan var olmak adına. Yıllardır özlemini kurduğum şeyi yaşamama ramak kalmışken, tam da istediğim şeye çok yaklaşmışken bir hiç uğruna, iki üç kişilik düşman ordusuna ve üstüme terapileriyle gelmeye çalışan kişisel gelişimcilere aldanmadan ayakta durmalıyım. Durmazsam, yenilen sadece ben olmam, güvenim, kişiliğim ve başarılarım...

Hepsini baştan tamir etmem gerekir.

Sorunları tek çırpıda çözecek cevaplar vardır. Bunlar çoğu zaman elinizin altında olmaz. Yaşam size ders vermek için her ders almayışınızda sizi daha bir dibe sürükler. Hayat, gala geceniz değil sadece kamera karşısında oynadığınız bir oyundur ve film makaraları gerçekten sınırlı sayıda. Üstüne çekebilirsiniz evet, ama yıpranma payını da unutmamak gerek.

Bu anlamda sorunların çözülmesi için elinizde ne varsa kullanırsınız, sorunu yaratan kendinizseniz ders almayı öğrenirsiniz ve işi zamana bırakırsınız. Ders almayı öğrenmeyeceksen eğer, mahallenin delisinden daha az değer görürsün. Akıllı biri olup, deli davranmak saçmalıktır.

Gece yazan kedi, eskisi gibi yazmaya devam edecek. Uzun bir aradan sonra, siyasetin gündemin düşüncelerini de aktaracak. İroniktir ama insanın kafasında onca şey varken onları yazmak zor oluyor. Aynen kafanda hiçbirşey yokken yazmanın zor olduğu gibi.

Ama bir yerden başlamak lazım...