16 Temmuz 2010 Cuma

Gece Körlüğü


Sıcak.
Sıcak bir gece.

Gereksiz bir uyanma ve ardından çıktığım sokak. Sesini duyduğum tek şey geri kalan tek işlevi doğaya karışmak olan el ilanlarının rüzgarda savruldukça bıraktığı ses. Gecenin ortasında kendime bir misyon biçiyorum tepeye doğru yükselen bayırın ucunda ışıklarını gördüğüm büfeyi kestiriyorum gözüme. Bir Opel'in hızla geçişine söylenecek oluyorum kuruluktan yapışan dudaklarımı açmaya üşeniyorum.

Konusu bir anda soyut bir sözcükle toplumsal eleştirilere giden makalelerden öte, mutluluğunu bir canavara rüşvet olarak sunmuş kentin, zevklere boğulup huzurdan ayrı düşmüş, neşeye vurulup sevgiyi unutmuş insanının yürüdüğü kaldırımlar bunlar. Sabah olacak okula giden insanlar saracak, akşam ise günün yaşanan sürtüşmeleri taşınacak bir yerlere. Kimi yollara dökülecek, kimi bir trafik kazasına kurban gidecek, bazısı evlere taşınacak geri kalanlarsa termodinamik yasalarının unutkanlığına eşdeğer bir biçimde can yakacağı ödeme günlerinin gelmesini bekleyecek.

Şehir ucunu bucağını göremediği aşkın hesabını isteyecek adamından, rüzgarda yere düşen saksının hesabı ise gelecek güne kalacak. Topraklar henüz yaşken alınacak hesaplar, gece kin tutarken, ağır davranırken güneş gelip hesap isteyecek onun bıraktığı izlerden.

Yaşam ödeme günlerini geleceğe bırakan bir saatli bomba kıyamete kurulu olan. Ve tepedeki büfe daha ben yolun yarısındayken ışıklarını kapatan dönüş yolunda kendisine sakınmadan söylediklerimi asla bilemeyecek olan bir adam tarafından işletiliyor.

Hiç yorum yok: