19 Nisan 2010 Pazartesi

Anlamlandıramadan Sevdiklerimiz

Karanlığın değil güneşin yolculuğuydu bir tren rayının ardında uzanan. Gözlere güzel görünen her imgelem gibi kendi dünyasına sığınmaktan ibaretti. Çelik silüetler, üstünde bıraktıkları ezilmişlik hissiyle raylar ve onların güncelliğine önem veren haber kaynaklı mikroplar. İşte tüm bunlar sanki yeni bir durummuşçasına yaşandı başlayan bu sıradan günde.

Reklamlar, savrulan, buruşturulup atılan, çiğnenip okunulmaz hale getirilen ve genelde doğaya dönmeye geri zorlanan kimi zaman kağıt kimi zaman petrol içerikli reklam broşürleri. Tonlarcasını küle dönüştürüp havaya savuran bir aleve yakın plan girip Auscwitz'in bacasından savrulan külleri de hayal edebilirsiniz, bir orman yangınını da yahut sadece mangal yakmak gelir aklınıza. Bedeniniz çürüyecekse eğer işte bu düşünceler eşliğinde küf tutacak ardından böceklere ziyafet olacak ve sizi çürütecektir. Bu anlamda düşünmenin ya da okumayı henüz sökememiş olmanın etkileri arasında uçurumlar olacaktır. Hayata bu yönle bakmayın. Hatta hayata bakmayın. Hayat efsanelerde anlatılan ve gözlerinin içine bakıldığında sizi öldüren yaratıktır. Derinliklerine de inmeyin yüzeyinde de kalmayın...

Düşünmek her zaman yararlı bir olgu değildir, düşünmek insan zihnini karanlık olana taşımaya meyillidir. Önce sosyalist bir varlık olursunuz ardından zaman sizi 1984'e taşır eğer daha fazlasını görmek istemiyorsanız 101 numaralı odanın kapısını da hiç açmayın. En iyisi altın çağında olan bir ülkenin vatandaşı olarak tv'de gördüğünüz güzel erkek ve kadınların hayranı olarak sürdürelim yaşamlarımızı.

Hiç yorum yok: