11 Mayıs 2010 Salı

Deniz Baykal'ın Ardından

Çevrendekiler haksızca seni suçladıkları zaman sen soğukkanlılığını koruyabilirsen,

Herkes senden kuşkulandığı halde onların bu kuşkularını hoşgörü ile karşılayabilir ve kendine güvenini yitirmezsen,

Bekleyebilir ve beklemekten yorulmazsan ya da senden nefret edenlere nefretle karşılık vermezsen ve gene ne çok iyi görünmeye çalışır ne de çok akıllıca sözler söylemezsen,

Hayaller kurabilir, ama bu hayallerine tutsak olmazsan,

Düşünebilir, ama düşüncelerinin esiri olmazsan,

Zafer ve felaketle yüz yüze gelir ve bu ikisini de aynı şekilde karşılayabilirsen,

Söylediğin doğru sözlerin düzenbazlar tarafından değiştirilip kafası çalışmayan insanları aldatan bir tuzak haline getirilmesine dayanabilirsen, ya da hayatını adadığın şeylerin bir anda yokolmasını seyredebilir ve durup eskimiş aletlerle onları yeniden kurabilirsen,

Bütün kazançlarını bir hamlede şansın kucağına atıp kurban edebilirsen ve sonra sil baştan başlayabilir ve yitirdiklerinden ötürü hiç yakınmazsan,

En kötümser halinde dahi yüreğini, sinirlerini ve enerjilerini yeniden seferber edebilir ve amacına ulaşmak için çabalayabilirsen ve sana kendi iradenden başka "dayan!" diyecek hiçbir kimse yokken gene de dişini sıkmasını bilirsen,

Cahillerle haşır neşir olduğun halde erdemlerini koruyabilirsen, ya da krallarla birlikte olduğun halde kibirlenerek sağduyunu yitirmezsen,

Herkese değer verir, ama gene de kimseye fazla güvenmemeyi öğrenmişsen,

Her bir dakikanın atmış saniyesini yararlı işlerle doldurabiliyorsan,

İşte o zaman, dünya da içindeki her şey de senindir, hatta daha da ötesinde, oğlum sen adam olmuşsun demektir.

Rudyard KIPLING



Deniz Baykal yıllar önce çocukluğundan bu yana getirdiklerini işte bu biçimde aktarmıştı Can Dündar'a. Bugün de televizyonlara verdiği cevabın arkasında Kipling'ten yapılan bu alıntıdan ötesi yok. Türkiye siyasetinde "hizipçi" olarak tanımlanan bir adam, siyasetin hizip olmaktan öte bir ahlaki katliamının kurbanı oluyor.

Deniz Baykal'ın CHP'den ayrılmasını siyaseten sağlam bir düşünce düzeyine eriştiğim günden beri istiyorum. Baykal'ın partiyi toparlayan isim olduğunu, onun dışında kimseye ondan öte güvenmeyeceğimi, ondan öte bir siyasi birikime kimsenin sahip olmadığını bilmeme rağmen, politik yıpranmışlık ve yıpratılmışlık, başarısız muhalefet ve aman vermez bir "kale particiliği" özellikleri var olduğu için gitmeli diyordum. Ancak bu şekilde değil...

Silivri Cezaevi bugün akademisyenlere, vatan için çabalayanlara ya da en kötüsü vatan için çaba sarfettiğini düşünenlerin olduğu Cumhuriyet'in diri diri gömüldüğü bir mezar bir Bastille kalesi... II. Dünya Savaşı'nın adından en çok söz ettiren diktatörü Adolf Hitler göreve bir toplumsal buhran sonrası gelmiştir, çeşitli türden bahanelerle on yıl içinde muhalefeti dize getirmiş,gazeteleri kapatmış,kendinden yüzlerce yıl önce yazılmış kitapları yaktırmış,aydınları kurşuna dizdirtmiş, en basitinden hapse attırmıştır. Kararı ise anayasalara "muhalefet yasaktır" sözcükleriyle geçmiştir. Bugün 2001'de buhranlı bir dönemde seçimle başa gelen Tayyip Erdoğan , medya patronlarına üç ayda bir fırça atmakta, MEB'den YÖK'e kadar her kurumda ayrı "sansür" ve "yerine koyma" politikaları yürütmekte ve muhalefet edenleri bir punduna getirerek suçlarını senelerce öğrenemeyecekleri parmaklıklar ardında bırakmaktadır. Ancak burada anahtar kelime punduna getirmektir. Dokunulmazlığı olan bir adamı, yine halkın oylarıyla orada bulunan bir adamı indirmenin,susturmanın yolu nedir ? Elbette ki çirkin olaylardır.

Bir "insan"a yapılmıştır bu eziyet ki gerçek olup olmadığı da zerre umurumda değildir.Bu öyle bir durumdur ki siyaseten parçalayamadığınız insanları bu şekilde yok etme yoluna gidersiniz. Mehmet Sevigen'de partiden bu şekilde ayrılmak zorunda bırakılmıştı aylar önce TV kanallarımız istifa çağrılarıyla inlemişti, Sevigen partisinden dahi bu seslerin geldiğini duydu ve istifasını verdi. Yargı yolunda geçen ayların ardından yayına verilen kaset sahte çıktı.

Peki suçluya ne oldu ? Yani ne kadar ceza aldı ki bu yılları dakikalara gömen adam : 4 ay.

4 ay, Türkiye'de bir adamı bitirmenin bedelidir. Ve 4 ay Türkiye'de infazı yapılmayan bir karardır, para cezasına dönüştürür ve başınız dik cezamı çektim der gidersiniz. Yuvalar yıktın, canlar yaktın, bu ahlaksızlığı nasıl yaptın diyemez kimse.Çünkü demişlerdir haketmedikleri bir adama aylar önce...

Yani sizi ahlak bekçilerine ve onların tükürükler saçarak şahsınıza küfreden yardakçılara maruz bırakmanın Türkiye'de ki bedeli budur.

Baykal partisini korumak ve yıllar yılı sürdürdüğü "etik" siyaseti korumak dileğiyle partisinden ayrıldı,bu ayrılmaya sebep olan mahkemeden önce muhakeme eden köşe yazarları, tv programcıları ve bizleriz. Bu durumları onaylamak keserin sapının bir gün bize vurmayacağını, bu lanet bumerangın bize de dönmeyeceğini göstermez aksine bunun bize elbet ucunun değeceğine dair kanıt sunar.

Hangimizin çarpık ilişkilere sahip olmadığını iddia edebiliriz ki ? Ahlak bekçilerinden tutunda sesi TV'lerde bangır bangır yankılanmış kodamanlara kadar, her gün yanından geçtiğiniz belki tanıdığınız belki tanımadığınız insanlardan birisi, sadece birisi diyebilir mi ki "benim tüm görüntülerim yayınlansın tv'lerde gazetelerde ben yine başı dik çıkarım diye" ya da şu büyük sözü edebilir mi? "Hayatımda utanacağım birşey asla yapmadım."

Nihayetinde insanlıktır bu. Dünyanın çehresini değiştirecek güce sahip olur ama bir zaafınıza yenilip herşeyinizi bir günde teslim edersiniz.

Baykal'ı sevmeyenler bugün onun gitmesinden memnun. Bir vesile oldu gitmiş oldu, eğer olurda parti bu süreçte dağılmazsa daha güçlü olarak çıkacaktır siyaset meydanına çünkü Baykal sonuna kadar dürüst ama siyaseten döneminin gerisinde bir yeteneğe sahiptir.


O, İsmet İnönü'yle, Bülent Ecevit'le boyun eğmeden siyaset yapan bir
siyasi disiplinden gelen neslin son çocuğudur.Bürokrat değil Zincirbozan'dır.Ama aynı zamanda bir dizi ahlak bekçisinin ellerinde yok olan adamdır, bu onun değil bozulan düzende bizim de sorunumuzdur.

Hiç yorum yok: