Bir gün,
Güzel bir bahane bulup gideceğim.
Güzel bir bahane.
Yalnızca bir tane.
Kendim gibi.
Sıkıldığım için mi ? Yaşlandığım için mi ? Ya da çaba harcayıp, sonuç alınca dahi mutlu olmadığım için mi?
Artık hiçbir şeyin istediğim gibi olmayacağına kanaat getirdiğimden bazı şeylere ses etmiyorum.
"Önemli değil, dedim. Oysa önemliydi, katlanamadığım, ama değiştiremediğim her şey gibi önemliydi."
Herta Müller
Biraz ağlayıp daha az gülüp gideceğiz elbet. Maceraya ne hacet?
Bunun için mi biriktirdim onca şeyi? En azından daha iyi bir müzik duyamaz mıydım?
Bilmiyorum.
Belki de çoğu zaman biriktirdiğimiz bu şeylerin yararı, öldüğümüz bir geceye denk gelemiyor. Bu sebeple tam anlamıyla hazırlıklı olmak gerekiyor sanırım. Acaba her şeyin hazır olduğu bir ölüm mümkün mü ? İşte şimdi dört dörtlük hazırım diyebilir miyim?
Kimden önce ya da kimden sonra ?
Böyle bir ayrım yapacak mıyım mesela? Yoksa kendime mi armağan edeceğim yalnızca. Bilmediğimiz onca şeyin ardında elimde yanlışlıkla cızırtılı ve istemediğim bir müziğin çaldığı radyoyla mı olacak törenim. Belki de o bile yok.
Belki de "o" bile...
Belki de "o",
ya da
"O"
Tanıdık bir yerden bakamıyorum bulunduğum duruma. En güçlü bağlarımın hiç o kadar güçlü olmadığını, zayıf bağlarımın ise beni tutmaktan aciz olduklarını gördüm.
Hayal ettiğim yerdeyim.
İstenmeyen bir ot gibi bir küçük köküyle bahçeyi istila edecek gücü kuvveti olan, evrimin güçlü halkalarından biri değilim. Dinozordan, meteordan, buz devrinden, kıtlıklardan ve savaşlardan bir şekilde kendini kurtaran neslimin yok olan zayıf patalojilerinden biriyim. En sevimli, en istenen, büyük ve devasa çiçekler yerine az sayıda küçük ve tek renkli çiçekler açan, atılmaya kıyılmayan ama güneşte de yer bulamayıp sağa sola itilen bir saksı çiçeği (yim).
Ve koptum...
Daha öncekilerden biraz daha sert esen bir rüzgardı bu yahut sallantıda olan halimi bir sonraki aşamaya taşıyan bir kedi patisiydi; saksıyı düşürüp kıran, kökümü gövdemden koparan. Ben çok güzel (!) bir bahçeden sen yer tutan bir çiçekten oldun.
Gölgede heyecan içinde bekliyorum kurur muyum acaba diye. Altı ay ömrü kalan bir kanser hastası yedi ay yaşarsa artık ölümsüzüm diyebilir mi? Ben derim inanmaya hazır saf bir yapım var. Önce unutulmaya sonra unutmaya ama aslında asla unutmamaya tüm bunlar sürecinde de kendimi yakıp yıkmaya alışığım.
Süreçte fark ediyorum ki, ilk defa kendime olan savaşımı kendim vermek çabasındayım. Bu kez ilk defe önce kendi içime döndüm, hatalarımla yüzleşiyorum, cevaplar vermeye çalışıyorum. Bu defa kimsenin kafamı dağıtmasına başka kavgalarla oyalamasına tahammülüm yok.
Peki.. Dünden daha güçlü olduğuna inanan sözde çok kararlı bu köksüz çiçek yaşayacak mı?
Sonunu görüyor gibiyim ama gördüğüm şeyin bana ait olup olmadığından pek emin değilim.
Suskun, sessiz, kavgacı, saldırgan.
Kendi çevreme dahi kendimi anlatamamın altında bu yatıyor tam olarak. Kendimi de henüz tanımıyor oluşum. Tam kendi kabuğuma çekilme hevesindeyken, balık arkadaşlar çağırıyor ya da kabuk o gün bana dar geliyor. Engel olamıyorum bu duruma ve aklıma hep "herkes mi böyle ?" sorusu geliyor.
Blogumun artık tek bir kişi tarafından daha okunmuyor oluşu bana yazı yazmak konusunda daha büyük bir güven veriyor. Bu blogta yazanlardan tutun da okuyanlara kadar artık herkes evli ve koşuşturmacasına dalmış durumda.
Ben ise geçmişle savaşını bitiremeden, gelecekle kavga ediyorum.
Uyumuşsundur şimdi...
Kıvırcık saçların dayanmıştır yastığa sabah bir kısmı düz bir kısmı "yine kıvırcık" olarak uyanırsın. Belki de bir sürü rüya dönüp dolaştırmıştır seni yatağında yine "karmaşık bir kıvırcık" olur saçların.
Görebilsem keşke zihnini, bir bir açsam her kelimenin altını rüyalarınla, korkularınla oynayabilsem. Bir endişen olsam mutluluğuna dönüşsem, görsem kaç kişisin, kimsin... Her soruma cevap veren zehir gibi aklın olsam. Sen olsam, senin olsam az senin sevdana ya neyse...
Uyumuşsundur şimdi...
Gözlerini kapatmışsındır, birisi yarım açıktır belki -bebeklerde olur öyle- dünyayı denetler yaramazlar dünyanın onlara verdiği ilk akılla. Ne zaman anneleri gelir yakınlara; az bir kokusunu dahi duysa yeter zaten. Hemen kapanır o göz. Tam güven var çünkü sonunda. Bana güvenir misin ki ?
Güvenim olur musun peki ? Bir poliçen var mı doldurabileceğim, tüm hayatımı sana emanet edebilir miyim? Hayallerimi, kalan ömrümü, kimi zaman kırılan kalbimden kalan parçaları, ansızın kaybettiğim aklımda ki güzel anıları ? Hayalim...Sen.... Dünyam hayalimin üzerine kurulan masallar. Hepsi senin güvencende o güzel parmaklarından biraz aşağıya in ve gör, avucunun hemen içinde. Sormadan tüm bu soruları sana, teslim ettim hepsini birden işte. Oldu bir kere neyse....
Gülüşün niye böyle ki ?
Ben anlamadım. Cevap veremediğin sorular mı demek bu yoksa, belki de umursamıyorsun beni öyle mi ? Bir çocuk soru sorduğunda gerçekten yanıt bekliyordur, onu geçiştirmek adına senin için geçici onun için bir ömür boyu geçerli verilmiş söz mü yoksa? Gülüşün mü olsam acaba ? Güzel bir yüze en çok yakışan şey olurum ne güzel, bir sevgilinin aşık olduğu olurum, her ortaya çıkışımda bana bakar ve işte bu gülüş için bu kızın bu halini bir kez daha görebilmek için... ölmeye değer... Ölürüm demiyorum ki ölmeye değer diyorum kızılmamalı buna hemen. Sevgilerin bir çoğu böyledir, sevgi duyduğun şeyi kaybettiğinde acısı dünyayı geçer, ölmek kolay yolu seçmek. Bu sebeple can vermek öyle çokta büyütülecek bir durum değil ki.
Seni sevmek, her uyuduğumda uyanacağımı, uyanıyorsam eğer; o dünyada senin de varolduğunu bilmek demek. Ne kadar uzak olsakta şimdi senin olduğunu bildiğim Dünya benim hayalim :)
İyi ki varsın değeri gönlümden yüce kız, yerlere göklere sığamazsın da gelir benim kalbimi tıpta tanımı olmayacak hastalıklara sebep olacak şekilde doldurursun.
Seni çok seviyorum ve inan bu çok eğlenceli şeyi bir ömür hiç durmadan yapmaya kararlıyım. :)