18 Aralık 2008 Perşembe

Suçluların telaşı içindesiniz...

"... 1960 öncesi...

Ana muhalefet partisi CHP’nin lideri İsmet İnönü, meclis kürsüsünde iktidarın keyfi, hukuk dışı icraatını sert bir dille eleştiriyor.
Demokrat parti milletvekilleri, Atatürk’ün silah arkadaşı, ondan sonraki cumhurbaşkanı bu yaşlı, kurt politikacıyı konuşturmamak için bağırıp çağırıyorlar.
Hakaretler yağdırıyorlar, aynı anda da sıra kapaklarına vuruyorlar.
Paşa bu şamataya aldırmadan konuşmasını sürdürüyor.
Sonra birden sus
uyor ve DP grubunu izlemeye başlıyor.
Paşa’nın sustuğunu neden sonra fark eden DP milletvekilleri şaşırıyor, onlar da susuyor.
O zaman paşa tane tane tarihe geçen şu sözlerini söylüyor:
"Sizi tarih kürsüsünden seyrediyorum. Suçluların telaşı içindesiniz."


Yıl 2008, Türk televizyonları ilk örneğinin üzerinden çok uzun süre geçmeden bir başka TV'de "yüzleşme(!)" seanslarından birisini sunuyor. Susan toplumun kahramanlığını üstlenmiş büyük bir çevrede cengaver kabul edilen bu ana muhalefet partisinin önemli bir gücü, diğer yanda iktidarın en uzun dönemli ve en tartışması bol büyükşehir belediye başkanı. İkiside güçlü olduğunu ikisi de haklıların haklısı olduğunu idda eden birbirlerine pabuçlarını ters giydirecek verilere sahip olduklarnı iddia eden iki insan. Bir yanda TV dünyasının güçlü ve bir o kadar da "halk dostu" madalyasını defalarca hakettiğini düşünen düşündüren bir sunucu.



İşte Türkiye siyasal sistemi bu kadar...



Peki ya diğerleri, kalabalıklar... Çok büyük kalabalıklar ama. Hani televizyon başındakiler, televizyonlarını yeni açmış izleyiciler ya da ekranı kan revan içinde küfüre boğmuş seyirciler. Ya onlar bu tartışmanın neresinde ?

Onlar bu demokrasimsi evcilik oyununun neresinde yer alıyorlar ? Belediye başkanının manipüle edilmiş beyninin "bırak şimdi Ankara halkını" diyen zihniyetinden dışlanmışken kendi halkını adamdan saymazken, partizan mantığıyla seçime bayraklarla koşan bu halk bu işin neresinde ?


Bu halk 1968'den beri yerinden pek kıpırdamadı aslında gidin bakın hala orada. Televziyon başında sevdiği sanallıkları alkışlamakta sevmediklerini mekaniğe dijitale elektroniğe inat tükürüğe boğmakta. Aynı "radyoların içinde küçük insanlar var sanırdık" diyen bir zamanların küçük anneleri babaları gibi. O sanallığı öylesine gerçek zannettik. Ve politik olduğumuzu da kendimize ancak böyle gösterdik başkasına arkadaşımıza, eşimize dostumuza kanıtlayamıyorduk ama birgün elbet onlarda TV'ye çıkar ve onları görebilirdik belki. Yahut facebook,msn gibi dostlarımıza "melih çok komikkkkkk" yazabilirler değil mi ?.... Değil mi ?

Bu TV başı yapıları sevmediğimi ancak Türkiye'de de başka türlü olmuyor gibisinden açıklama yaptığım bir yazımın olduğunu belirtir ancak yine de belki bir başlangıçtır bu diyerek umudumu korurum.

Yıllar geçti teknolojide bizde ve tabi Çelik'te değişti. Ama İsmet İnönü'nün verdiği tarih dersi zihinlerden silinsede geçerliliğini bir gram dahi kaybetmedi. Dün, siyasetin agresif adamlarından birine dahi sahne oldu televizyonlar. Hiç beklemediğimiz yok artık dediğimiz görüntüleri saf bir heyecanla izledim. Ve yine zihinmden sadece bu tek cümle geçti "suçluların telaşı içindesiniz". Yapılan hataların, batılların , yalana inanmışlıkların sonu hep gelir denirdi de zamanı yavaş işleyen Türkiye Cumhuriyeti'nde "Saatleri ayarlama enstitüsü" dahi görevini eksik yapar oldu. 15 sene görevde kalabilmiş yolsuzluklarını süslü püslü anaokulu çocuklarını özendirecek panolarda saklamış. Bir Ankara'dan şehirsel dönüşüm atağıyla söz ettirmiş bu beceriksiz dönüşüm ustasının suçları ortaya çıktıkça saklandıkları renklerin içinden, telaş baş gösterdi aniden. Zihinler karıştı, karışan kafalar aklı çığrından çıkardı ve devreye bağrışlar gürültüler saygısızlıklar içinde Türkiye'nin başkentinin başı olan adamın TV başındaki aymazlığı ve bağıran zihniyeti ortaya çıktı. Gözler büyüdü, sesler yükseldi tartışma büyüdü ve bir adam bilinçli halkın gözünde kendine ait küllerini dahi savurup yok etti. Dengir Fırat'ın dahi kendini kaybedişlerini görmüştük belki ama bu raddede bir yokoluşa geçiş ancak suçun verdiği can yakıcılıktı. Gerisini hemen hemen takip eden bilinçli kesim biliyor, bilinçsiz olan olmaya zorunlu bırakılan kesim ise ya çıkarının peşinde el etek öpme gezmelerinde ya da en karamsar bakış açısıyla halen olaylardan bir haber ekmeğinin peşinde.

Kemal Kılıçdaroğlu'da kabul edecektir ki kendisine çok fazla görev düşmemiştir bu tartışmada %80~ oranında konuşan Melih Gökçek'in geriye kalan %20~lik kısımda ise konuşmalara müdahale etmesi tartışmanın etkin ve en çok boğazı paralanan kişiliğini gösteriyor. Sonuca halk karar verecek dense de yine medyanın manipülatif yapısına kanan, okuduğu gazeteyi "hepsi aynı nasılsa" diye seçen kahvehane toplantılarının en güvenilir adamının devlet babaya en yakın olan kesimi olduğunu kabul eden zihniyet ve zihniyetler kararı yine kendileri veremeyecekler. Geçmiş gün olur da "Aziz Nesin" konuşacak olursa yine diyecektir "bu ülkenin yarısı eşektir" diye yine yine haklı çıkmayı da başaracaktır.

Türk halkı derin uykusundan uyanacak mı ? Televizyon başında ki kalabalık bu kadar da değil deyip 5 yılda bir olan "kendi kendini yönetme" geleneğini bir gece de yıkabilecek mi ? Bu kadarı yeter diyebilecek mi ?


50'lerde başa gelmek için "yeter söz milletindir" sloganını kullanan demokrat partinin bu slogana ironik yarattığı zihniyetin bu kelimesi günümüz halkına ne zaman vakıf olacaktır. Bir 58 yıl daha beklemek mi gerekmektedir ? Umutlar azalıyor ve ancak Cumhuriyet'in zamanı da azalıyor. Bir kaç kahraman kurtarmak için çabalıyor kah batırılıyor kah bir kırık gözlük bir keskin kalem bırakarak bir gericiye can veriyor... Halk ne zaman gözünü açacak ?

Halk uyanana kadar ayaktasınız, tarih kürsüsü bu ülkenin geleceğine de son verecek bilirim hissederim ama sizlerde yargılanacaksınız ve canınız yanacak sizi kurtarmak için yanınızda olmasını bekledikleriniz ise ancak kendi dertlerinin peşlerinde olacak.

Hiç yorum yok: