Yıl 2004,
Lisede 2. yılım, kitaplar benim için şiirler öyle söylediği için değil gerçekten bir "dost".O günlerde Tüyap'ta bir kitap fuarı olduğu öğrenilir öğrenilmez hem İstanbul gezmesi arkadaşlarla bir başkadır, hem de kitaplar alırız bir dolu diyerek yollara düşmüşüz. Sabahın köründe gelen otobüsümüz yavaş yavaş dolmaya başlarken ben arkadaşlarımı -o zamanın asosyalliği işte- ilk defa serbest kıyafet içinde görme fırsatı elde ediyorum. Arkadaşlarımdan birisinin türban taktığını bilmiyordum, selamlaştık muhabbetimizi yaptık yerlerimize oturduk... Hikayem başladı, kitaplar alındı İstanbul gezildi bir güzel yorularak evlere dönüldü. Bir dolu kitap ve güzel muhabbetlerden geriye birşey kalmamıştı aklımda...
Lise günleri güzel ama biraz hızlı geçti, hepimiz sınav sonuçlarımızı alıp

dersanelerde tercih furyasını yaşamaya başladık. Her yanımız tasa içinde çabamız ise bir yere yerleşebilmek için en iyi tercihi yapmakta. Sonra tekrar o arkadaşımı gördüm, başında yine türbanı vardı. Onunla konuşmak istemedim, merhaba dememek için biraz uzağından geçtim beni farketmedi, içten içe kıstım gözlerimi sanırım nefret etmek gibi birşeydi bu... Ama kendime dahi itiraf edemem bunu utanırım çünkü. Ne olmuştu ki en rahat muhabbet ettiğim arkadaşıma, dersi kaynatırken "Tuna seni tek oturtacağım bundan sonra!!" diyen hocaya rağmen konuştuğum arkadaşıma ?
Sonradan utanarak farkettim ki değişim onda değil bende olmuştu, belki onun içinde birşeyler değişti ve eskisi gibi bakmadı bir daha bana... Bilemem...

Farkettim ki araya Kasım ve Temmuz seçimleri girmişti, Cumhurbaşkanlığı oylamaları girmişti, hamasi üsluplu tavırlar girmişti, güçlü ve bölmeye programlı bir hükümet ve onun basiretsiz muhalefetleri girmişti. Araya ayrılık gayrılık adına ideolojiler, birikimler, diyaloglar girmişti...
Arkadaşımla bir daha çok sık görüşemedim, ben o gün onu görmemek için çaba sarfettim belki ama o da beni aramak için bir çaba göstermemişti sonrasında. Popüler uygulamamız Facebook'un da dahi bulunmuyordum. Unuttum unutuldum, kamplaştık...
Bugün kanallar kan ve şiddet ile dolu, son iki haftadır "medya çok abartıyor aynı görüntü defalarca ekranda döndürülüyor" dedim belki ama bugün ufak bir durum

fikrimi değiştirdi. Muş'ta olay çıkarmaya çalışan bir grubun arabasını ve iş yerini yaktığını gören dükkan sahibi ruhsatıda bulunan kalaşnikofuyla göstericilerden ikisini öldürmüş bir kısmını da yaralamıştı. "Biz" ve "onlar" haline geldiğimizi farkettim. Öyle çok bölünmüştük ki sanırım iki tarafın hangi kampa ait olduklarını çözemedim. Muhtemelen "Kürt milliyetçisi" ve "Mağdur vatandaş" gruplarıydı bunlar. "Türban-perver", "laik" çatışması da olabilirdi bu, "darbeci","demokrat" kampını bilmeyen var mı ?, bildiğim kadarıyla "domuz gribi aşısı olanlar" ve "olmayanlar" henüz meydanlara çıkıp çatışmaya başlamadılar... Acaba onlar mıydı ?
Hayır... Bu ins

anlar seneler önce yalnızca vatandaştılar, suları kesilir gelmezdi, elektriği bir türlü bağlanmazdı, enflasyondan yakınırdı, hırsızlığa uğrardı hakkını arar seneler sonra bulurdu ama hiç birbirlerini öldürmeyi bu kadar istemediler. 99'da deprem olduğunda birlikte ağlamayı seçtiler, daha öncesinde Kosova'da katledilenleri görüp ağıtlarını göz yaşlarıyla birlikte söylemeyi bildiler. Her gözyaşında bir asra bedel birlikteliği yine gözleri içinde gördüler... Ama dedim ya birbirlerinden bu kadar nefret etmediler. Asla...
10 yaşında ki Cumhuriyet'i hatırlasak peki, elektrik, su yok hatta enflasyonun anlamını dahi bilen

yok çünkü ortada para yok. İşsizlik desen o da yok çünkü çalışmak için o savaş yıkıntısı memlekette sağlam insan yok denecek durumda. Ama bastonuyla, çarığıyla tüm fakirliğiyle "yedi düvel" dedikleri zenginlere haddini bildirmiş kendisine dünyada yer edinmiş, onurunu gururunu çiğnetmemiş ayrılığını gayrılığını truva harabelerinden de derine hapsetmiş bir millet var. Savaşlarını birlikte kazanmış birlikte ölmüş bir milletin içinden ne ayrılığı beklenir ki ?
Bugün Atatürk'e dil uzatmak için yanlış gün "sabun köpüğü aydınlarım" ülke de kendini gruplara bölmemiş bir kişi dahi kalmamışken bir fakir milleti dünyaya karşı yalın ayak dimdik durmaya ikna eden bir önderin yaptıklarına konuşmak için bugün çok yanlış bir gün. Fakirlik, işsizlik, kıyım katliam eşliği

nde "açılımdan açılıma" koştuğunuz şu günlerde halkına en saf biçimde güvenmiş bu öndere "Dersim'de katliam yapmış bir katildir Atatürk" demek iğrençliktir. Son 1-2 sene içinde kaybedilen insanlarımızı istatistik olarak görmek ise sizin ayıbınızdır, "katiller" sizlersiniz, demokrasi yolunda şehit oldular dediğiniz canlara ise yaptığınız zulümdür ailelerinin yüreğine kordur.
Türkiye artık asla sadece Türkiye değildir. Türkiye 70 milyon küsür vatan evladının tümünün milyon gruba bölündüğü birbirine düşman insanların katliam meydanlarıdır. Eserinizle övünün...
"
İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğin yediniz
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler,
Saçlarından tutup sürüklediler,
Götürüp kâfire: "Buyur..." dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş,
Vatan çırıl çıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Gün gelir çark düzüne çevrilir,
Günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Nazım Hikmet (1959)
"